HESAP
KİTAP
İŞLERİ
OYUN
(İki
Perde)
KARAKTERLER
ERKEKLER
Faruk: Muhasebeci, orta yaşlı
Osman: Muhasebeci, orta yaşlı
Nuri: Muhasebeci, orta yaş üstü
Rıza: Muhasebe yardımcısı, genç
Muhittin: Ayakçı, genç, eğitimsiz
Kazım: Çaycı, genç, eğitimsiz
İyi Melek – Polis 1 -
Avukat
Kötü Melek – Polis 2 -
Savcı
Ubeydullah - Hakim
KADINLAR
Zarife: Muhasebe yardımcısı, orta yaş altı
Neriman: Faruk’un karısı, orta yaşlı
Nilgün: Faruk’un sevgilisi, orta yaş altı
Buse: Faruk’un kızı, lise öğrencisi
Ceren: Buse’nin arkadaşı, lise öğrencisi
İrina: Nuri’nin sevgilisi, orta yaş altı
Kayınvalide: Faruk’un kayınvalidesi, yaşlı
1. Tablo
(Evden bozma bir muhasebe
bürosu. Orta sağda ana giriş kapısı. Kapının sol köşesinde bir diyafon asılı. Giriş
kapısının sağında mutfak ve banyo kapıları, solda ise iki adet oda kapısı.
Sahnenin sağında iki çalışma masası, üstünde monitörler, evraklar, hesap
makinesi vb. Sahnenin solunda bir makam masası önünde iki koltuk, makam
masasının solunda üç koltuk ve bir sehpadan oluşan bir oturma grubu. Makam
masasının arkasındaki duvarda Mali Müşavir logosu ve Ruhsat yazılı birer
çerçeve asılı. Muhtelif büro eşyaları ve aksesuarlar.)
(Faruk makam
masasında uyuklamaktadır. Sahne loş, bir yerel ışık Faruk'u aydınlatmaktadır.
Faruk sıkıntılıdır. Fondan sesler gelir.)
Sesler:
Muhtasarları hallettin, peki ya KDV’ler? Bu ay sana yine ödeme yok Farukçuğum.
İnternet koptu Faruk, B.A.B.S.'ler noolucak? Baba yeni bir cep telefonumu
istiyorum! Geçici Vergi! Kocacığım bu sene tatile nereye gidicez? Bildirgeler!
Tahsilâtlar! Aşkım, karından ne zaman boşanacaksın? Faruk Yeni Türk Ticaret
Kanunu! Beyannameler! KDV! Muhtasar! Kurumlar! B.A.B.S.
(Sahne
aydınlanır. Faruk uyumaya devam eder, sıkıntılıdır. Birden cep telefonu çalar.)
Faruk:
(Uykulu) Efendim. Neriman sen misin? Bürodayım hayatım. Yeminle ya. (Telefon
elinde kalır, karısı kapatmıştır. Büronun telefonu çalar.) Alo. Bak buradayım
işte. İnandın mı? Saat? Saat mi? (saatine bakar.) Tüüühhh, saat 3 olmuş, yine
yarım kaldı beyannameler. Bıktım ceza ödemekten ya... Ne mi yapıyorum? Hayatım,
KDV’nin son günü bugün, onları gönderiyordum… İçim geçmiş. Masanın başında
uyuya kalmışım. Yok hayatım kim olacak, yalnızım. Çocuklar 8 gibi çıktı. Yahu
yalnızım diyorum sana. Neriman, ben iş güç peşindeyim, sen neyin peşindesin. Yapma
Allah aşkına. Nerdeyse torun torba sahibi olucaz, sen hala bıkmadın bu
kıskançlıktan. Aş bunları artık Neriman aş. (cep telefonu çalar. Telefona
bakar, istenmeyen bir telefondur) Yoo Çalmıyor. Bilgisayardan geliyor o ses.
Telefon sesi mi? Ne telefonu ya? Telefon meşgul hayatım, bak seninle
konuşuyorum. Cep telefonu mu? Aaa. Cep telefonu çalıyormuş. (cep telefonunu
kapatır) Yanlış numara hayatım, yanlış numara. Yahu tanımadığım bir numaraydı
kapattım. (telefon yine çalmaya başlar) Yok be hayatım telefon değil o, kapı çalıyor.
Gecenin bu saatinde kim mi geldi? Ne kapısı, yok yok telefonmuş. bir saniye
(cep telefonunu açar) Abdullah mı? Yok kardeşim yanlış numara, (telefonu
kapatır) Abdullah diye birini arıyormuş, yanlış numara yani. (telefon bir daha
çalar) Allah'ım sen sabır ver ya rabbim. Sana demedim hayatım. Evet, evet telefon.
Açayım mı? bir saniye (telefonu uzak tutar, cep telefonunu açar) Ne oldu? Bu
saatte arama demedim mi ben sana? (öbür telefonu alır) Mükelleflerden biri
hayatım. Evet, bende aynısını söyledim. Bu saatte aranır mı yahu dedim. (cep
telefonuna) Merak edilecek bir şey yok. Anlatırım sonra. Yarın görüşelim,
müsait değilim şimdi. Telefonla görüşüyorum. Kim mi? (öbür telefona) Karıcığım
mükellefi uyku tutmamış, KDV’ler ne oldu diye soruyor. Haklısın bende öyle
söyledim, yarın görüşelim dedim. Hadi kapatıyorum, çıkacağım şimdi, yarım saate
evdeyim. (telefonu kapatır. Öbür telefona.) Nilgüncüğüm sana kaç kere söyledim,
beni geç saatte telefonla arama diye. Yahu öldürtecen mi sen beni? Kim miydi?
Sevgili karım Neriman. Bürodayım, evet yeminle yahu. İnanmazsan, sen de Neriman
gibi büro telefonundan ara istersen. Ya, merak edilecek bir şey yok. Çocuklar 8
gibi çıktılar, bende oturup, KDV’leri gönderiyordum e-beyannameden. Sonra bir
ara internet koptu. Ben de fırsattan istifade gözlerimi dinlendireyim dedim. Ama
içim geçmiş, dalıp gitmişim. Çıkacağım şimdi. Ne? Mümkünatı yok. Gelemem
hayatım, Neriman bekliyor. Yarım saate evde olmazsam, ondan sonraki varoluşum
da tehlikeye girer. Gelecektim, gelecektim ama, bir türlü fırsat bulamadım ki.
Bütün gün deli danalar gibi koşturup durdum. Yarın söz. Sabah sabah yanındayım.
Şimdi olmaz Nilgün delirtme beni. Ya anlamıyor musun, zaman aleyhime işliyor
diyorum sana. Sıkboğaz etme ne olur yarın söz. Tamam, tamam kuşum öpüyorum
gıdından. (telefonu kapatır) Öff. (kalkar, gerinir. Yüzünü ovuştur, ceketini
giyer ve çıkar.)
(Masalarda Zarife
ile Rıza çalışmaktadır. Muhittin ise oturma grubunda gazete okumaktadır.)
Faruk:
(Kapıda belirir. Kapının yanındaki diyafona) Kazım, demli bir çay bana, acil.
(yürür.)
Kazım:
(Arkadan) Nereye, anlaşılmadı, tamam.
Faruk: (Geri
döner, kızgın.) muhasebeye oğlum, Faruk ben.
Kazım:
Anlaşıldı, tamam. Ama bir sorun var, tamam.
Faruk: Ne
sorunu lan?
Kazım: Faruk
abi, patron “maasebeciler hesabı kapatmadan çay götürme” dedi, tamam.
Faruk: Ne
hesabıymış o?
Kazım: Geçen
ayın hesabı, tamam. 550 marka karşılığı 275 lira tamam.
Faruk:
(Sinirli bir şekilde yürür) Günaydın çocuklar (masasına oturur.)
Zarife: Ne
günaydını Faruk abi, saat 11 oldu.
Faruk: Öyle
mi Zarife hanım, kusura bakmayın geç kaldım biraz. 11’miş. Ben gece kaçta
çıktım buradan biliyor musun sen? Üçte, gece üçte çıktım.
Zarife: Niye
o kadar geç kaldın abi.
Faruk: Parti
ancak o saatte bitti de ondan. Niye o kadar geç çıkmışım, KDV'ler vardı Zarife
kızım KDV'ler.
Zarife: Ama
sistem 12 de kapanıyor?
Faruk:
Biliyorum, biliyorum. Ama internet gitti bir ara, bende onu beklerken dalmışım
işte.
Zarife:
Beyannameleri gönderebildiniz mi bari?
Faruk: Yok
iki üç müşterininki kaldı. Onları da şimdi göndericem. Gelen giden oldu mu ben
yokken?
Zarife: Yok
abi kimse gelmedi. Hayırdır biri mi gelecekti?
Faruk:
Gelirken bir mükellefe uğradım, tahsilat için. Adam “sabah sabah niye zahmet
ettiniz Faruk bey, biz çocukla büroya gönderdiydik” dedi de dalga geçer gibi.
Onun için sordum.
Zarife: Yok
abi ne geleni gideni. Mükellef de cambaz oldu artık. Üç kuruşluk hizmet
bedelini ödememek için türlü taklalar atıyor.
Faruk:
Haklısın. (gazete okumaya devam eden ayakçıya seslenir) Muhittin!
Muhittin:
(toparlanır) buyur abi.
Faruk: Sen
ne yaptın tahsilatları? Gittin mi söylediğim yerlere?
Muhittin:
Gittim abi, gittim. Ben de aldım üçün birini.
Faruk: Ne?
Muhittin:
Yani üç yere gittim biri ödeme yaptı abi. Para vermediler ama klasör klasör
evrakları tutuşturdular elime. İnanır mısın, evraklar o kadar çoktu ki, otobüse
binerken şoför evraklar için ayriyeten kentkart okuttu.
Faruk: Tabi
tabi işe gelince iş çok, ödemeye gelince kuruş yok. Ya bu adamın elektriği,
suyu, büro masrafı yok mu, personel ücretleri, kırtasiyesi, toneri, KDV’si
Muhtasarı, kimin umurunda. Neyse, sen oyalanma çık hemen. Temiz Kasapla, Leziz Markete
de bir uğra bakalım. Belki bir şeyler çıkar.
Muhittin:
Tamam abi, çıkıyorum hemen. (çıkar)
Kazım:
(Girer, elinde çay tepsisi, bir çay) Çayın Faruk abi.
Faruk: Ne
oldu borcu af kapsamına mı aldı patronun.
Kazım: Yok
abi patron "götür şu çayı, müesseseden" dedi. (çayı bırakır.) "Belki
utanır da hesabı kapatır Maasebeci Faruk abin" dedi.
Faruk: Kazım
söyle o patronuna üç kuruş için dedikodu yapmasın sağda solda, aybaşında iki
ayı birden kapatırız.
Kazım:
Patronum bunu söyleyeceğini bildiği için "söyle o maasebeci Faruk abine,
çaycıynan şekerci, bir ayın hesabını gapatmadan yeni ay için hesap açmıyo dedi
de" dedi.
Faruk: Tamam,
tamam. Hadi toz ol şimdi. O ocakçı patronuna da çok selam söyle. (Erkek elemana
döner) Rıza ne oldu Şen Gıdanın evrakları işledin mi?
Rıza:
(Safça) İşliyorum abi.
Faruk: İşle
işle Rızacığım. Ama bir ricam var acele etme ne olur. Çünkü ne demiş atalarımız
acele işe şeytan karışır. Di mi Rızacığım?
Rıza: Evet
abi.
Faruk: Çünkü
elimizde tek bir defter olduğu için, o da Şen Gıdanın defteri, acele etmeye
gerek yok. Yavaş yavaş işleyelim, hata yapmayalım di mi Rızacığım?
Rıza: Evet
abi çok haklısın.
Faruk: Rıza
delirtme beni. Daha işleyeceğin 10 tane defter var. Hızlan, yoksa ben
hızlandırıcam seni. Bu tempoyla gidersen, bu senenin geçicilerini, gelecek
senenin kurumlarına anca yetiştiririz.
Nilgün:
(kapıdan girer.) Faruşşşş. Hu hu. Hayatım ben geldim.
Faruk: (elini
alnına götürür) Nilgünnn? (hızla yanına gider, kolundan tutar.) Büroya gelme demedim
mi ben sana? Hani ben gelicektim yanına?
Nilgün: Ne
yapayım hayatım, çok özledim seni. Hem gece de geç kalınca, çok merak ettim. Sen
özlemdin mi Niloşunu?
Faruk: Özlemem
mi hiç, özledim tabi. Ama bugün çok tehlikeli bir gün.
Nilgün: Tehlike
mi? Ne tehlikesi? Deprem falan mı olacak yoksa?
Faruk:
Kontak sağlanırsa 9.9 şiddetinde. Hayatım, Neriman bugün çarşıya inecekti.
Büroya uğrar ve seni burada görürse, tsunami resmen.
Nilgün:
Amaaaann. Gelirse gelsin. Artık bende sıkıldım bu işten. Ne olacaksa olsun. Hem
sen söylemedin mi ona boşanmak istediğini?
Faruk:
Söyledim bir tanem söyledim. Ama şoku atlayabilmek için, biraz zaman istedi
benden. Sakinleşir sakinleşmez dosyayı takdim edicez mahkemeye. O yüzden bu
aralar görmesin seni, tansiyonu falan fırlar, maazallah.
Nilgün:
Tamam tamam ne yapalım beklicez artık. (Zarife'ye) Hadi kız. bir kahve yap
yengene!
Zarife: (kinayeli)
Peki yengeciğim. (mutfağa gider.)
Neriman:
(Dışardan) Faruuukkk! Farukkk!
Faruk: Eyvah
Neriman. Şimdi hapı yuttuk. (telaşla. Nilgün'e) Çabuk çabuk odaya geç hemen.
(telaşla Nilgün’ü odaya sokar, kapıyı kapatır.)
Neriman:
(Neriman, Buse ve kayınvalidesi girer, sertçe) Faruk!
Faruk: Vay
vay vay, kimler gelmiş efendim, kimler gelmiş. Valide sultanımız teşrif
buyurmuşlar, büromuza şeref vermişler.
Neriman:
Faruk bir saattir bağrıyorum sana. bir yardım ediverseydin kadına, merdivenleri
çıkana kadar. Buseyle ben öldük vallahi.
Faruk:
Tuvaletteydim karıcığım, duymadım. Duysam koşup gelmez miydim hiç. Sevgili
kayınvalidem kırk yılın başı işyerimi ziyarete gelmiş.
Kayınvalide:
(Huysuz) Tamam damat tamam. Kes soytarılığı. Kalbim ağzıma geldi zaten
yorgunluktan. Uydum bunların aklına, bu sıcakta çarşıya çıktık.
Faruk: Tamam
valideciğim siz istirahat buyurun şöyle, sonra hasret gideririz, (oturma
grubuna oturtur.)
Neriman:
Faruk çok oturmayacağız. Buseye bir spor ayakkabısı alıcam. Kendime bir bluzla
bir etek, anneme de bir gecelik. Kredi kartını rica edeyim.
Faruk: Tamam
karıcığım hemen. (cüzdanını çıkarır) Bunun limiti dolu, buzdolabıyla, kurutma
makinesi taksitleri var. Bunda Buse’nin dershanesi, bu da dolu. Bunda senin
fitness kulüp aidatlarıyla, kozmetikler ve cilt bakım ürünleri, bunda limit
aşımı var. Bunda benim çoraplar var, bunu alabilirsin.
Rıza: Faruk
abi kredi kartı demişken, seni bankadan aradılar. Asgari tutan ödememişsin
galiba. Yine arayacaklarmış.
Faruk: Sağol
Rızacığım. Muhabbete tam yeri ve zamanında yapmış olduğun bu balıklama atlayış
için sana çok teşekkür ederim.
Rıza: Ne
demek abi görevimiz.
Faruk:
Uzatma, sen asıl görevine dön.
Zarife:
(girer. Elindeki fincana bakmaktadır.) Yengeciğimmm kahveniz hazır.
Neriman:
Kahve mi?
Faruk:
(toparlamaya çalışır.) Kahve ya karıcığım, hazır kahve.
Neriman: Ben
kahve istemedim ki.
Faruk: Olur
mu karıcığım. Geleceğin içime doğdu. Dedim ki, “Zarife bak Neriman yengenin
elektriğini tüm bedenimde hissetmeye başladım, hemen kalk bir kahve yap, eli
kulağında damlar şimdi.”
Neriman: Ne
kahvesi Faruk, ne elektriği? Sen benle dalga mı geçiyorsun?
Faruk: Olur
mu hayatım, ben senle dalga geçer miyim hiç? İç iç. Bu kahve sana iyi gelir
şimdi.
Neriman: İyi
içelim bari.
Faruk: Kayınvalide’çiğim
siz de bir kahve alır mıydınız?
Kayınvalide:
İstemem damat istemem. Bu sıcakta kahve mi içilir. Sen bir bardak su ver bana.
Buse: Baba
ben de kola istiyom.
Faruk: Kola
mı? Ne kolası. Kola yok kızım. Ketıl var, sıcak su var, kahve var ama kola yok.
Sadece kahve. Üçü bir arada, ikisi bir arada, birisi bir arada. Sade yani.
İçeceksen iç. Çay ocağıyla muhatap etme beni.
Nilgün:
(odadan çıkar.) Gitmedi mi daha?
Neriman:
Faruk?
Buse: Baba
kim bu?
Kayınvalide:
Damat ne haltlar karıştırıyorsun sen?
Faruk: Ne
ne? Kim kim? Haaa. Şey mi? Bu bayan mı? Bu bayan şey? Bu Bayan Mükellef. Çok
mükellef bir bayan. Vergi incelemesi vardı, uzlaşma için geldi. Şeyin sahibi
kendisi, şey salonunun. Tesadüf. Tesadüf Güzellik Salonunun sahibi.
Nilgün: Ha
evet uzlaşmak için geldim.
Neriman:
Tesadüf mü?
Faruk: Evet
tesadüf. Ne tesadüf di mi?
Neriman: Hı
hı. Evet ne tesadüf. Tamam da bayanın odada ne işi var Faruk?
Faruk: Oda? Oda.
O da otobüsle gelmiş sizin gibi. Eee, hava da sıcak tabi. bir de merdivenler
üstüne üstlük. İnanır mısın büroya girdi, kan ter içinde. Tansiyon yirmilerde.
Hemen kaptığım gibi soktum odaya. Dinlensin, kendine gelsin diye.
Neriman:
Haaa. (şüpheli şüpheli kadını süzer.) Oldu o zaman.
Faruk: Oldu
oldu. Süper oldu. Evetttt Nilgün hanım, nerde kalmıştık? Siz şimdi vergi
dairesine gidin. Ben de işlerimi toparlayıp, arkanızdan geleceğim (kaş göz
işaretleriyle, vurgulu) vergi dairesine.
Nilgün: Haaa.
Peki. Oldu o zaman. Faruk bey ben gideyim (vurgulu) vergi dairesine, siz de
fazla geç kalmadan gelin (vurgulu) vergi dairesine.
(O günün akşamı.
Elemanlar çıkmış, Faruk masasında, masanın önünde ise Osman ile Nuri
oturmaktadır. İçki içerler.)
Faruk: Öyle
lap diye odadan çıkınca "tamam" dedim "şimdi kıyamet koptu"
Osman:
Vallahi verilmiş sadakan varmış Farukçuğum.
Faruk: Öyle
deme Osmancığım olayı toplayıp, Nilgün’ü gönderene kadar kesin iki kilo
vermişimdir.
Nuri: Olur
böyle şeyler Farukçuğum, sıkma canını. Aslında senin vukuatın öyle büyük bir bomba
sayılmaz. Geçen sene benim başıma gelenleri duysan, haline şükredersin. Seminer
için Kıbrıs’a gitmiştik ya.
Faruk: Ben
gelememiştim abi, malum, durumları biliyon (para işareti yapar)
Nuri:
Biliyorum, biliyorum. Osman da gelmemişti. (Osman başını sallar.) Neyse ben
Kıbrıs’tayız, uzaktayız diye çok rahatım. Aldım Necla’yı doğru termale. Havuzda
birbirimizi boğmaya çalışıyoz. (sinsi sinsi güler) cilveleşiyoz yani. Lan bir baktım
havuzun öbür tarafından, bir boneyle bir çift göz bize doğru yaklaşıyor. Timsah
misali yani. Lan dedim ben bu gözleri tanıyom bir yerden. Dur bakalım, dur
bakalım derken, bizim timsah yanaştı ve (taklit ederek) “Nuuurrriiiii” diye kükreyerek
üzerime atladı. (öbürleri şaşkın) Fatma yahu bizim Fatma. (öbürlerinin
şaşkınlığı bir kat daha artar) Bunların bir gezelim görelim derneği var,
İzmir’de Yaşayan Sivaslı Ev Kadınları Kültür ve Dayanışma Derneği. İYSEK.
Geziler meziler düzenliyorlar. Tut sen bizim hatun, benim Kıbrıs’a gideceğimi
biliyo ya, Kıbrıs’a tur düzenle. Bizim kafilenin arkasından gelip yerleşmişler otele.
Seninki daha bavulları boşaltmadan da başlamış beni takibe.
Osman: Sonra
ne oldu? Havuzda yani.
Nuri: Ne
olacak azizim. Benim şakalaşırken yapamadığımı, Fatma yapmaya kalktı. bir tuttu
Necla’yı saçlarından, zavallı kadın guluk guluk son nefesini verecek. Onu
boğmaya çalışırken, bir yanda da beni yolmaya çalışıyor. Büyük rezalet
anlayacağınız.
Faruk: Eee
abi, Sonra nasıl toparladın işi?
Nuri:
Toparlanacak tarafı mı var Farukçuğum. Ondan sonra, dayandık kredi kartlarına.
(gülüşürler.) Allah sizi inandırsın Fatma tam üç ay iliğimi kemiğimi kuruttu.
Kuyumcularla dost, butiklerle arkadaş, ayakkabıcılarla bacanak olduk yahu.
Faruk: Kötü
olmuş vallah. (Osman’dan tasdik bekler.)
Osman: Ben
onu bunu bilmem arkadaşlar. bir atasözü vardır “Karda yürüyecen, izini belli
etmiyecen.”
Nuri: Doğru
söylüyon Osmancığım da her zaman mümkün olmuyor o. Bak izimizi kaybettirmek
için taa Kıbrıs’a gittik orda bile buldu işte. Arkadaşlar, kadınlarda,
kendilerine münhasır özel bir sensör var şerefsizim. Ne kadar uzakta olursan
ol, bir yanlışlığa meylettin mi, başlıyor ötmeye. Alarm gibi yani. İstersen
karda yürüyecem diye Antartika’ya git. Orda bile bulur seni.
Faruk: Haklısın
abi. Eşşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra Allah’a emanet etmek lazım.
Nuri:
(Bozulur.) Hangi eşeği lan.
Faruk: Yani
tüm tedbirleri alıp, ondan sonra ne halt yiyeceksen yiyecen. Ona rağmen de
yakalanırsan yapçak bir şey yok. Mukadderat diycen.
Nuri: Orası
öyle. (Viskiden bir yudum alır. Yutkunur.) Ne de güzel gidiyor namussuz, yağ
gibi vallah.
Osman: (O da
bir yudum alır.) Harbiden de güzelmiş. Jack Daniels de mi abi bu.
Nuri: Evet,
en iyisinden. (Sehpanın yanından şişeyi kaldırır, böbürlenir.) İngiltere’ye
gittiğimde bizzat fabrikasından almıştım 5 şişe. Sonuncusu size nasip oldu.
Faruk:
Amerikan malı değil miydi bu abi ya?
Nuri:
(bozulur.) Öyle mi? Olabilir. Ama İngiltere’de de üretiyorlar herhalde. (konuyu
değiştirmek ister.) Osman ne oldu senin karşılıksız çek işi.
Osman:
(Suratı düşer.) bir gelişme yok abi. Duruşma Kasım ayına ertelendi. Mahkeme bilirkişi
atadı, inceleme yapılacak.
Faruk:
Hayırlısı olsun, inşallah lehine sonuçlanır.
Nuri:
Hayırlısı mı olur Faruk, sen bile bile lades dersen. Yahu Osmancığım senin
neyine müşterine hatır çeki vermek. Milletin derdi seni mi gerdi? Sen bak
işine, tut defterini, al paranı. Borcunu ödemezse de bırak defterlerini.
Osman: Öyle
deme abi. Çok sevdiğim bir müşteriydi, aslına bakarsan hala da öyle. İnan
durumum olsa bir dakika beklemem öderim o çeki. Ben bu mesleğe başladığımda ilk
defterimi ondan almıştım. Bende ayrı bir yeri var anlayacağın. Ama sonra bir
dolandırıcıdan, çok büyük bir kazık yedi. Neyi var neyi yok her şeyini kaybetti.
O dönem belki toplayabilirim diye bir miktar kredi kullandı. Benden de 20.000
liralık bir çek istedi, teminat için. Kıramadım verdim. Sonrası malum…
Nuri:
Kardeşim, ticarette rehavet olmaz. Hacı baba tekkesi değiliz ki biz,
ticarethane işletiyoruz. Aylık hizmet bedellerimizi alamazken, bir de
müşterinin çekini senedini mi ödeyeceğiz. Unutmayın “acıma acınacak duruma
düşersin” demiş büyüklerimiz.
Faruk: Doğru
diyorsun Nuri abi ama, işin bir de insani boyutu var, ahde vefa var. Makine
değiliz ki biz.
Osman:
Haklısın Faruk, para her şey demek değil. İnsani ilişkiler olmazsa yaşamın tadı
mı olur?
Nuri: Ben
onu bunu anlamam arkadaş, dostluk ayrı, ticaret ayrı şeydir. Muhasebe ücretini
ödemeyen, babamın oğlu olsa gözünün yaşına bakmam. (bardağındaki son yudumu fon
dip yapıp) Neyse, beyler ben müsaade istiyorum. Daha Blue Night’a uğrayacağım.
Yeni bir Rus revüsü gelmiş, akıllara ziyan diyorlar. Revüyü izleyen arkadaşlar,
akabinde Rusya elçiliğine sığınma talebinde bulunmak istemişler. (gülüşürler.)
O derece yani…
Faruk: Tamam
Nuri abi, sana iyi eğlenceler, görüşürüz. (öper)
Osman:
Revüye kaptırıp, fazla içme abi, yeterince içtin zaten. (öper)
Nuri: Sen
beni merak etme Osmancığım, ne büyükler devirdik biz. (Kapıya yürürken) Siz
asıl kendinize bakın, fazla kaçırıp sızmayın buralarda. (çıkar)
Faruk:
(Nuri’yi geçirir.) Alem adam şu Nuri abi ya. Böyle hızlı yaşayan adam görmedim.
Her akşam alemde. Ya nerden buluyor bu kadar parayı? Alt tarafı bir muhasebe
bürosu. Olsun olsun 50 – 60 defterle, bu paralar kazanılır mı Osmancığım?
Bildiğim kadarıyla anadan babadan da kalan bir şey yok.
Osman:
Vallah Farukcuğum ben de çok merak ediyorum, bu değirmenin suyu nerden geliyor
diye. Baksana adamın bir ayağı hep yurt dışında. Gitmediği, görmediği ülke
kalmadı. Tut Ukrayna’sından
Moldovya’sına, tut Tayland’ından Endonezya’sına seks turizmi olan bütün
ülkelere gitti yahu. Dersin, uluslararası Uçkur ataşesi.
Faruk: Benim
kulağıma bazı söylentiler geliyor ama pek konduramadım işin açıkçası.
Osman: Ne
söylentileri?
Faruk:
Vallah bazı meslektaşlar, Nuri abinin “Lazım gelirse, evrak tedarik ederiz.”
dediğini söylediler. Bende onların yalancısıyım.
Osman: Ne
evrağı?
Faruk: Şey
ya… Şey işte.
Osman: Ne
şeyi Faruk? Çıkar ağzındaki baklayı.
Faruk: Evrak
dediğim fatura.
Osman:
Fatura?
Faruk:
Fatura işte. Naylon fatura yani.
Osman: Yapma
ya. Naylon fatura mı satıyor Nuri abi?
Faruk: Bilmiyorum,
ama öyle şeyler geldi kulağıma. Belli bir komisyon karşılığı…
Osman: Harcamalarına
baksana, dersin adam muhasebeci değil fabrikatör. O paralar alın teriyle
kazanılmaz Faruk.
Faruk: Doğru
mudur bilmiyorum vallahi. Duydum sadece.
Osman:
(Sinirli) Doğrudur, doğrudur. Ateş olmayan yerden duman tütmez Faruk. Yazık,
çok yazık. Biz mesleğimizin itibarı, şerefi için canımızı dişimize takalım,
bunun yaptığına bak. Böyle çürük elmalar yüzünden bizim adımız da lekeleniyor.
Faruk: Yok
öyle düşünme Osman. Her koyun kendi bacağından asılır. Şahsi kusurların
faturası mesleklere çıkartılamaz. Sen sıkma canını. (bardaktaki içkiyi bitirir,
boş bardağı Osman’a uzatır.) Doldur bakalım Nuri abimin İngiliz Jack
Daniels’ından.
4. Tablo
(Ertesi gün.
Zarife büroya gelir. Büroda kimse yoktur. Faruk’un masasının üzerinde boş bir
şişe ve bardaklar.)
Zarife: (Çantasını
masasına koyup, bardakları ve şişeyi toplar. Ortalığı düzeltir. Kendi kendine)
Ooooo, akşam yine alem varmış. Faruk Bey ve ekürileri (şişeyi gösterir) dibine
vurmuş. (Bardakları ve şişeyi mutfağa götürür.) Biz üç kuruş zam istedik mi
beyefendinin suratı beş karış asılır, ama kendi zevkine gelince şişe şişe
viskileri götürür. (Masasına oturur, bilgisayarını açar) Akşam içtiler ya,
bugün öğlen de gelir artık. Hem dün söyledim, “Faruk abi yarın mükellef gelecek
sabahtan, geç kalma” diye. Ama kime? (Diyafon’a) Şenlik Muhasebe’ye bir çay.
Kazım:
Zarife abla patronun talimatı var getiremem, tamam.
Zarife:
Kazıııımmm. Benim kafamın tasını attırma. Çabuk bir çay getir.
Kazım: Abla
sen beni işten mi attıracan tamam. Getiremem diyom anlamıyon mu tamam.
Zarife:
Tamam tamam ne halin varsa gör.
Kazım:
Anlaşıldı tamam.
Zarife: Bir de
bu çıktı başımızda. Adam veresiyeden çayı kesti, ama Faruk efendinin umurunda
değil, o zevkinde sefasında. (mutfağa girer)
Rıza:
(Girer, diyafona) Kazım bir çay getir koçum.
Kazım:
Manyak mısınız siz ya tamam.
Rıza: Nooldu
lan ne bağırıyon sabah, sabah?
Kazım: Abi
patron “Şenlik maasebeye çay yok” dedi tamam. “Hesabı kapatsınlar, ondan sonra”
dedi tamam.
Rıza:
(Söylenerek masasına gider) tövbe tövbe.
Zarife:
(Mutfaktan çıkar.) Günaydın Rıza.
Rıza:
Günaydın Zarife abla, erkencisin?
Zarife:
Metroyla geldim.
Rıza: Hasan
abi bırakmadı mı seni?
Zarife: Yok
bırakmadı.
Rıza:
Hayırdır, bir sorun mu var?
Zarife: Yok
bi şey. (Rıza’nın bakışlarından etkilenir.) Tartıştık biraz.
Rıza: Sabah
sabah ne tartışması bu ya. Rüyanızda mı gördünüz.
Zarife:
Doğal gazın faturasını ben yatıracaktım. Ama aylığı alamayınca… Kesmişler doğal
gazı… Küçük tüpte yemek yaptım bütün gece. Öyle olunca gecenin rövanşını sabaha
bıraktık tabi doğal olarak.
Rıza: Abla yazın
az gelmiyo mu doğal gaz faturası.
Zarife: Çok
değil ama olmayınca yatıramadım işte. 20 lira falandı.
Rıza: Abla
söyleseydin ben verirdim ya. Noolucak?
Zarife:
Sağol rızacığım, hallederim bugün.
Muhittin:
(Neşeli bir şekilde içeri girer.) Günaydın millet. (Diğerleri cevap verir.
Oturma gurubu yürür. Getirdiği gazeteyi açıp okumaya başlar. Vazgeçer geri
döner. Diyafonun başında) Çay isteyen var mı? (Diğerleri kafa sallar) Kazım, üç
çay, biri açık olsun.
Kazım:
(Sinirli) Açık senin mi? Tamam.
Muhittin:
Evet
Kazım:
Muhittin ben senin varya... (cızırtılar) tamam
Muhittin: Ne
kızıyon oğlum tamam demli olsun. Tövbe tövbe. (yerine geçer, gazetesini okumaya
başlar.)
Zarife: Ben
su ısıttım. Sallama ister misiniz?
Rıza: Çok
iyi olur abla. Dur ben yardım edeyim. (Beraber mutfağa girerler)
Faruk:
(girer, muhittin toparlanır.) Günaydın Muhittin. Gelmedi mi çocuklar?
Muhittin:
Geldiler abi mutfaktalar.
Faruk: İyi.
bir çay söyle bana.
Muhittin:
Yok abi ben almayım.
Faruk: Sana
değil olum bana.
Muhittin:
Bende o manada söyledim abi, senin çayı ben söylemeyim.
Faruk:
Neden?
Muhittin:
Abi galiba patronu Kazım’ı yedeğin üzerine oturtmuş, düğmeye bastın mı buhar
çıkartıyor. Sabah sabah bana bir yığın fırça attı.
Faruk:
Allah, Allah, derdi neymiş?
Muhittin:
Anlamadım abi. bir açık çay istedim, eş dost akraba herkese selam söyledi.
Faruk: Tamam
tamam, ben söylerim.
Faruk:
(Diyafona) Şenlik Muhasebe’ye bir çay.
Kazım: Faruk
Bey… (yutkunur) sizi patrona bağlıyorum tamam.
Ubeydullah:
(şiveli) Farık bey. Demlik Çay Salonu olaraktan, Şenlük Maasebeye çay
sevkiyatını durdurmuş bulunmaktayız. Bu yüzden hesap kesim tarihine kadar
diyafuna seslenmemenizi rüca ederüz. İyi günner.
Faruk:
Ubeydullah efendi bu yaptığınız çok ayıp ama üç kuruş için böyle muamele
yapılır mı ya? Kaç yıllık müşteriniziz.
Ubeydullah:
Farık bey şincik çay ocağının üzerindeki resme dikkatnen bakıyorum. İki tane
adam var yan yana oturmuşlar koltuklarına. Veresiye satanla peşin satan. Ben bu
sağdaki mutlu adam olmak istiyom annadın mı?
Faruk: Tamam
Ubeydullah tamam. Bu hafta kapatacam hesabı söz.
Ubeydullah:
Biz de meraklan bekliyoz Farık bey.
Faruk:
(Koltuğuna oturur.) Şu işe bak ya, sabahtan akşama kadar eşek gibi çalışıyoz,
aldığımız karşılığa bak.
Zarife:
(Rıza kendi çayıyla, İki bardak çayla girer.) Günaydın Faruk abi. (çayın birini
Faruk’a bırakır.)
Faruk:
Günaydın Zarife. Bu çay nerden çıktı. Müneccim misin kızım sen?
Zarife:
Sesini duydum abi. Ocaktan istemeden, çayını vereyim dedim Faruk abimin.
Faruk: Geç
kaldın, Ubeydullah’tan Efendi’den yedik sabah zılgıtını.
Zarife: Şu
hesabı kapatalım artık Faruk Abi. Yoksa rezil edecek bizi iş hanına.
Faruk:
Kapatacaz kızım kapatacaz da. (Muhittin’i işaret ederek) Görüyorsun, herifi 10
yere gönderiyoz tahsilata, anca birinden ikisinden geliyor üç beş kuruş. bir türlü
adam akıllı sokamadık ki hesabı yoluna. Terzi söküğünü dikemezmiş misali biz de
muhasebeciyiz güya, hesabı kitabı denkleştiremiyoruz bir türlü.
Zarife:
Bizim hesap kitap da aynı durumda Faruk abi. Gider çok gelir yok.
Faruk:
Zarifeeee. Bari sen böyle konuşma. İşin içindesin görüyorsun durumları.
Zarife:
Orası muhakkak abi de, biz de hesabımızı kitabımızı sana göre yapıyoruz. Bak 20
liralık doğal gaz faturasını ödemedim diye dün kesmişler gazı.
Faruk: Haklısınız
çocuklar, çok haklısınız. Bugün hem şu Ubeydullah’ın ipini çekicem, hem de
sizin hesabı görücem söz. (Muhittin’e) Akşam size kabarık bir liste hazırladım
Muhittin Bey. Sizi uzun bir İzmir seyahati bekliyor. (çekmeceden bir kağıt
çıkarır. Muhittin’e uzatır.) Al bakalım şunu. Sırayla dolaş.
Muhittin:
(Kağıdı alır göz atar) Faruk abi bu ne ya. Bir günde dolaşamam ki ben bu kadar
müşteriyi. Biri Anya’da bir Konya’da.
Faruk:
Uzatma. Akşama kadar süren var, listeyi tamamlamadan gelme. Ayrıyeten eli boş da
gelme, Oyarım.
Muhittin:
Peki abi. (çıkarken) Abi yalnız Kentkartın hiç kontörü kalmadı, bir on lira
alayım da kontör yükleteyim.
Faruk: Ne
yapıyosun olum sen bu kontörleri, yiyor musun? Daha iki gün önce 20 liralık
yükletmiştir.
Muhittin:
Abi oturduğum mu var Allah aşkına, bir oraya bir buraya koşturup duruyorum.
Faruk: Tamam
tamam uzatma. Dil de kürek kadar maşallah. (parayı verir. Muhittin çıkar.
Zarife’ye) Şirket kuruluşu için birileri gelecek demiştin Zarife, ne zaman
geleceklermiş?
Zarife: Saat
vermediler abi, sabahtan geliriz dediler. Eli kulağında gelirler şimdi.
Faruk:
Gelsinler bakalım. (Rıza’ya) Rıza, kayıtlar ne durumda?
Rıza:
Hallediyorum abi.
Faruk: Elini
biraz çabuk tut, önümüzdeki ay Geçiciler var, iki ayağımız bir pabuca girmesin.
Rıza: Sen
hiç merak etme abi üç beş gün içinde hepsi tamam.
Faruk: Hadi
bakalım hayırlısı. (telefonu çevirir.) Alo Hüsamettin Bey’le görüşebilir miyiz?
(biraz bekler, telefonun ahizesini kapatır, çocuklara) Ulan sanki hırdavatçı
dükkanı değil de bilmem ne Holding. Üç tane sekreterden geçip görüşebiliyoruz
adamla. (telefona) Evet, evet Hüsamettin Bey. Muhasebeci Faruk dersiniz. (biraz
bekler) Hüsamettin beyciğim saygılar, Faruk ben. Nasılsınız. Çok teşekkür
ederim, iyiyiz bizlerde. Uğraşıp gidiyoruz vallah. Hesap kitap işleri malum.
Haklısınız, haklısınız. Ben şey için aradım sizi, uzlaşmamız vardı ya bugün.
Evet, evet bugündü. Kaç gibi buluşalım vergi dairesinde? Uygundur. Tamam, saat
üçte. Görüşürüz. (Zarife’ye) Zarife ben bir odaya uğrayacağım, yarım saate
gelirim. (Işık)
5. Tablo
(Buse ve arkadaşı
Ceren Faruk’un masasının önündeki koltuklarda oturmaktadırlar. Zarife masasında
çalışmaktadır. Rıza Vergi dairesine gitmiştir.)
Buse:
(abartılı) Biz Murat’la kantinde oturmuşuz taam mı? Koca bir bardak kola
önümüzde, pipetle böyle taam mı göz göze yudumluyoruz. Romantizmin dibine
vurmuşuz yani. Herif içime düşücek abi. Müthiş bir ambiyans olayı. Tam o esnada
Selin kantine giriyo ve şok şok şok. Suratının halini görmeni isterdim, kız
resmen koptu ya.
Ceren:
İnanmıyorum abi ya, bu ne ya. Sen kızı resmen bitirmişsin abi ya.
Buse: Sen ne
diyon kızım, hatun resmen duvara tosladı diyorum sana. Ben ona söyledim ama,
Murat benim dedim yanaşma alırım gazını dedim, anlamadı ben naapayım.
Ceren:
Süpersin abim yaaa.
Buse: Ne
sandın kızım. Benim adım Buse. Adamı sulu dereye götürür su içirmeden geri
getiririm.
Ceren:
Korkulur kızım senden. Dur dur bak, sen büyük bombayı duydun mu?
Buse: Neymiş
o ya? Çok merak ettim şimdi, söyle hadi.
Ceren:
Çisemle Burak ayrılmış biliyo musun?
Buse:
İnanmıyorum.
Ceren: Burak
yaş günü partisinde Çisemin kuzenine sarkmış abi.
Buse: Neeee?
Ceren: Çisem
de kaptığı gibi, kokteyl kabını Burak’ın kafasından aşağı boşaltmış.
Buse: Vaaay
bombaya bak ya? Yılın olayı abi ya.
Ceren: Burak
apar topar partiden ayrılmış tabi. Ama sırıl sıklam. Donuna kadar alkole batmış
herif abi ya. Mobil seks on the beach olayı yani. (gülerler)
Buse: Yolda
çevirmeye denk gelmese bari. (gülerler)
Kazım:
(Tepside iki meyve suyuyla girer.) Evet hanımlar meyve sularınız geldi.
Ceren: Bu ne
ya?
Kazım: Yüzde
yüz nar suyu.
Buse: Onu
sormadı salak. Nerden çıktı bunlar? Biz bi şey istemedik ki.
Kazım: Olur
mu Buse Hanım. İş hanımıza iki tane güssel bayan gelmiş. Onnara bişey ikram
etmicez mi?
Zarife: Biz
hangi kategoriye giriyoz Kazım Bey?
Kazım:
Zarife ablacığım sen bir tanesin ya. Seni Gategorize edemem, sen gategorize
dışısın.
Zarife: Hani
hesabı dondurmuştunuz siz? Bunlar ne şimdi?
Kazım:
Bunnar meesesemizin ikramıdır.
Buse: Kazım
sen manyak mısın be olum ya? İşin yok mu senin?
Kazım: Benim
işim bu Buse Sultan. Çay, kahve, meyve suyu.
Buse: Ben
istemiyorum meyve suyu. Ceren sen?
Ceren: Bende
istemiyom.
Buse: Tamam
canım sen götür onları geriye.
Kazım: Olmaz
Busecan şişeleri açtık, bunnar bitçek.
Buse: Hasta
mısın sen ya? İstemiyoruz dedik sana, saksı almıyor galiba.
Kazım:
Naapalım o zaman. Zarife ablamlan ben içeriz bunnarı. (Bir bardağı Zarife’nin
masasına koyup, Rızanın masasına oturur. Kızlara bakarak içer.)
Buse: Olum
müşteriler bekliyo, alooo. Hasta bu ya.
Kazım: Panik
yok Buseciiim, işler yetişir.
Buse: Hayret
bişey ya. Neyse nerde kalmıştık Ceren?
Ceren: Burak
diyoduk kızım, Çisem. Sex on the beach olayı.
Buse: Aaaa.
Tamam. Ne olay abi ya? Çocuk insan içine çıkamayacak vallah.
Ceren:
Aynen.
Buse: Kız
sen eskiden hoşlanmıyor muydun Burak’tan? Bence şimdi tam zamanı. Hazır sap
moduna geçmişken…
Ceren: Yok
yaa.. Ne bileyim olur mu ki?
Buse: Kızım
herif şimdi yağmurda kalmış kuş misali sığınacak bir çatı arıyordur. Senden
iyisini mi bulacak. Hem oğlanda bir araba var, görsen Burak’ı bırakıp, onunla
çıkarsın vallah.
Ceren: Kızım
araba önemli tabi ama…
Buse: Aması
maması yok kızım, akıllı ol. (şarkıyı mırıldanır.) onun arabası var, güzel mi
güzel…
Kazım:
Zarife abla. Sen benim arabayı görmüş müydün?
Zarife: Ne
arabası Kazım? Senin araban mı var?
Kazım: Olmaz
mı ablam ya? Hem de modofiye?
Zarife:
Modofiye mi? O ne lan?
Buse: Tipi
kayık demek yani Zarife abla. Söyle anlatayım sana, bir boka benzemeyen bir araban
var. Onu bi şeye benzetmeye çalışıyon. Kıçına kaş göz çizmek gibi bi şey.
Kazım: Hoop
dalga geçme Buse hanım. Bir görsen hastası olursun. Egzozu da kestirdim Zarife
abla. Gazı verdim mi, asfalt ağlıyo Allahıma.
Ceren: Bu
nasıl bir kabus ya.
Kazım: Geçen
Kordon’da geziyoz arkadaşlarla, Allah seni inandırsın gızlar sırayı girdi
şerefsizim.
Buse: Ne
sırası Kazım? Sıra gecesi mi varmış Kordon’da?
Kazım: Sonra
ablacığım oturduk barın birine. Hop kızlar hemen damladı tabi masaya.
Buse: Sen
şeyi duydun mu asıl, şeyi?
Ceren: Neyi
kızım?
Buse: Kerem
disipline gidecekmiş biliyor musun?
Ceren: Neden
kine?
Buse: Geçen
günkü İngilizce yazılısı vardı ya?
Ceren: Eee?
Buse: O
yazılıda Kerem öğrenmene sınav kağıdı yerine yanlışlıkla Aslı’ya yazdığı aşk
mektubunu vermiş.
Ceren: Bu ne
abi ya? Dumur oldum resmen.
Buse: Sorma
kızım. Daha bu bir şey değil, devamı var?
Ceren:
Devamı ne abi ya? Olan olmuş zaten.
Buse: Kızım,
İlknur öğretmen gece sınav kâğıtlarını okurken bu aşk mektubu görünce şartel
atmış tabi, paldır küldür gecenin bir buçuğunda sarılmış hemen telefona, müdürü
aramış. Olayı anlatmak için yani. Ama müdürün karısı da gecenin bir yarısı kim
arıyor seni diye cadırmış, sabaha kadar da adamın başının etini yemiş.
Ceren: Pes
diyorum başka bir şey demiyorum.
Buse: Daha
bitmedi kızım devamı var.
Ceren: Devamı
ne abi?
Buse:
Müdürün karısı gece ikna olmamış tabi. Müdürün arkasından sabah sabah atlamış
okula gelmiş.
Ceren: Yok
canım.
Buse: Bu
arada, Müdür okula gelir gelmez İlknur öğretmeni odasına çağırmış olayı
anlatması için.
Ceren: Eee?
Buse: Bunlar
odada baş başa konuşurlarken, pat diye karısı dalmış odaya.
Ceren: İşte
sana bomba.
Buse:
Masanın üzerindeki aşk mektubunu da okuyunca, deli danalara dönmüş seninki. İki
tane müdür yardımcısı karıyı zar zor sakinleştirebilmişler.
Kazım: Bu ne
biçim okul ya. Okul okul değil sanki Pembe Dizi şerefsizim.
Buse:
Hıyarcığım sen bizi mi dinliyorsun? İşin yok mu senin?
Kazım: Mola
verdim, meyve suyu içiyom. (cep telefonu çalar, gıcık bir melodi) Kızlardan
biri arıyo herhal. Alooo. (sesi ve duruşu değişir.) buyur Ubeydullah abi.
Burdayım abi. Katlardayım. Boşları topluyom. bir saattir mi? Yok abi ya.
Geliyom hemen. (Kapıda Faruk’la karşılaşırlar)
Faruk: Ne
işin var lan senin burada?
Kazım:
Boşları almaya geldim abi.
Faruk: Ulan
bir şey getiriyor musun da boşları almaya geliyon? (Yürür, Buse’yle arkadaşını
götür. Kapıdan sıvışan Kazım’a) vay eşek sıpası. Yav kızım sen ne zaman gelsen,
arkandan da bu Kazım deyyusu damlıyor buraya.
Buse: Ben ne
yapayım baba, herif sapık.
Faruk: Tövbe
tövbe. Sen niye geldin küçük hanım?
Buse:
Sevgili babacığım, sebebi ziyaretimiz (parmaklarıyla para işareti yapar)
Arkadaşlarla sinemaya gideceğiz okul çıkışı.
Faruk:
Kızııımmm, benim adım Faruk Şenlik, Bill Gates diil. Dün 50 lira verdim sana, o
ne oldu?
Buse: Şey
babacığım… (az düşünür) öğretmen çok güzel bir test kitabından bahsetti. YGS
için. Konu anlatımlıymış. Onu aldım.
Faruk:
İnanmıyorum ya. Allah’ım ne kadar çalışkan bir kızım var. Şükürler olsun sana.
Gözlerim yaşardı.
Buse:
Nooluyo baba ya?
Faruk: Kitap
almış mış. Bir kitabın kapağını açarken görmediğim cimcime kızım, eline geçen
bütün parayı kitaba yatırıyor. Bak bak sen. Sana ne zaman verdiğim paranın
akıbetini sorsam kitaptan bahsediyorsun. Sevgili kızım, nerde okuyorsun bu
kadar kitabı? Evdeki şeytan üçgeninde seni hiç kitap okurken görmüyorum çünkü.
Buse: Şeytan
üçgeni mi?
Faruk:
Televizyon, bilgisayar, Telefon. Evdeki mesain bu üçlü arasında geçiyor. Kitabı
hangi arada okuyorsun?
Buse: Evde
okumuyorum ama okulda…
Faruk:
Okulda mı?
Buse:
Teneffüslerde babacığım teneffüslerde. Bütün arkadaşlarım teneffüste kantinde
makara tukara yaparken ben sınıfta haldır haldır ders çalışıyorum.
Faruk:
Vayyy… O zaman süper kızım. Bu kadar çalışmaya kesin İTÜ, ODTÜ felan olur
artık?
Buse:
İstersen o kadar abartmayalım babacığım.
Faruk: Niye
kızım, test kitapları bir yandan, dershane bir yandan, haldır haldır çalışma
bir yandan. Bu kadar çalışmaya anca ODTÜ yani.
Buse: Tamam
baba tamam. Dalga geçmeyi bırak. (Kalkar) Biz gidiyoruz. Nakiti alabilir miyim?
Faruk: Tabi,
tabi ne demek. (cüzdanından para çıkartır Buse’ye uzatır.) 50 lira veriyorum,
artanıyla test kitabı alırsın artık.
Buse: (Yapay
bir gülümsemeyle) Peki babacığım. Hadi Ceren Gidelim.
Ceren: İyi
günler Faruk amca. (çıkarlar)
Buse: Byee.
Zarife abla görüşürüz.
Zarife: İyi
eğlenceler kızlar.
6. Tablo
(O günün akşamı.
Ofis boştur. Loş bir karanlık vardır. Nuri ile İrina sarmaş dolaş içeri
girerler.)
İrina: Nuri
nerde geldik biz. Ben tanımıyor hiç burası.
Nuri:
Meraklanma bebeğim yabancı değil, burası arkadaşımın ofisi. Burada kalıcaz.
İrina: O,
Nuri. Neden gitmemek otel biz.
Nuri: Otel
işi tehlikeli kızım. Bu aralar baskınları iyiden iyiye arttırmışlar, Basmane’de
baskın yemeyen otel kalmamış.
İrina: Ama
gelir biri, biz burada. Ne yapmak o zaman?
Nuri: Sen
hiç merak etme kimse gelmez. Bir tek ben de yedek anahtarı var buranın. Sağ
olsun Faruk, zamanında yaptırmıştı bana da bir tane, her ihtimale karşı.
(oturma guruba geçerler.)
İrina: Tamam
o zaman. Ne yapmak biz şimdi.
Nuri:
(Çantasından bir şişe şampanya çıkarır) Önce bunu patlatalım bi, sonra bakarız
duruma.
İrina: Nuri
sen ne çok içmek. Bizimkiler bile içmemek senin kadar.
Nuri:
Bizimkiler?
İrina: Raşa,
nasıl diyor siz Rus yani. vodka limon.
Nuri: Kızım
Ruslara içki içmeyi bizim atalarımız öğretti zamanında. Kımız nedir bilir misin
sen?
İrina:
Kimiz?
Nuri:
(Taklit eder.) Kimiz ya. Kısrak sütü. Asya bozkırlarında atalarımız kımızla
fethetmişler koca Asya’yı. O kafayla Çinlilere bile meydan okumuşlar. Adamlar
da korkularından bütün kıtayı baştanbaşa duvarla çevirmişler. O arada
sizinkiler de içki kültürünü öğrenmiş bizimkilerden. Hoş o zamanların kısrak
sütü şimdi olmuş aslan sütü.
İrina: Aslan
sütü.
Nuri: Rakı
kızım rakı. Ne mübarek bir şeydir o.
İrina: Niye
içmiyor biz ondan?
Nuri: Kızım
onun için balık lazım, meze lazım, fasıl lazım. Anasonun kokusu deniz kokusuyla
karışmadı mı çarpılır adam. Velhasıl ayaküstü içilmez o mübarek, çok büyük
günahı var.
İrina: Tamam
o zaman. İçmek var biz şampanya.
Nuri: Tamam
bebeğim içelim. İçelim güzelleşelim. (Sallar şampanyayı patlatır, doldurur,
ikram eder.) Hadi şerefe.
İrina:
Şerefe? Şeref kim?
Nuri: Bırak
şerefi, sana içelim. Güzelliğine.
(Nuri ve İrina
içip, eğlenirken, sahneye iki melek girer. Biri beyaz pelerinli, biri siyah.
Sahnenin ortasında ikiliye dönük dururlar, hem onlara bakarlar hem konuşurlar.)
İyi: Oooo,
Nuri beyciğim, bakıyorum yine alemdesin.
Kötü:
Yarasın koçuma be. Hatun da pek güzelmiş. Maşallah.
İyi:
Utanmıyorsun di mi, böyle her akşam alem yapmaya.
Kötü:
Çalışıyoz kazanıyoz, yemeyelim mi. (pelerini yoklar) Bak cebi yok.
İyi: Ye
canım ye. Ona kimsenin bi şey dediği yok, ama yediğinin kaynağı önemli.
Kötü:
Kaynağı boşver kanka. Ölümlü dünya. İçecen şampanyayı, sevecen raşa’yı.
İyi: Vallahi
bravo. Yüzsüzlüğün bu kadarına pes yani. Oğlum nayloncusun sen, bunu unutma.
Devlet sana yetki vermiş, git bak bir haksızlık, usulsüzlük olmasın diye, ama
usulsüzlüğün dik alasını yapan sensin.
Kötü: Ne usulsüzlüğü
be. Ben büyük bir haksızlığı gideriyorum asıl. Devlet bu kadar çok yük
bindirmese vatandaşının üstüne, hiç bana ihtiyaç duyar mı insanlar? Makul
düzeyde bir vergi alsa kim hayır der buna? Kim koşturur yalan dolan peşinden. Ama
sen KDV’si bir yandan, Muhtasar’ı öbür yandan. Kurumları, Gelir Vergisi, harcı boku
püsürü derken, adamın kazandığı üç kuruşun ikisine göz dikersen, ne yapsın bu
vatandaş?
İyi: Öyle deme
devlet bu vergileri toplamasa, halka nasıl hizmet götürecek?
Kötü:
Verginin de bir sınırı var kardeşim. Bak sana bir şey söyleyim. Gelir İdaresi
Başkanlığı’nın bir internet sitesi var, biliyorsun.
İyi: Eeee.
Kötü: Oraya
girip, vergi türlerine bir bak.
İyi: Eeee?
Kötü: Baktın
mı hiç?
İyi: Yooo.
Kötü: Ben
baktım. Sadece vergi dairesinin tahsil ettiği kaç çeşit vergi var biliyor
musun?
İyi: Kaç
çeşit?
Kötü: 372
tane. Tam 372 çeşit vergi var. Evet, evet yanlış duymadın tam 372 tane. Say
desem, yeminle bir saatte sayamazsın hepsini. Bunun içinde SGK’nın primleri,
belediyenin harçları yok. Sicile gidersin, ver bakalım bilmem ne kadar bilmem
ne harcı, tapuya gidersin öde bakalım şu kadar gayrimenkul şeysi, izsu bakım
ücreti, tedaş akım ücreti. Bu ne ya? Bir durun kardeşim. Bir nefes alın ya.
Düşünsene bi, sadece işletme sahipleri değil normal sıradan vatandaşlar bile
devlete ya da onun kurumlarına günün her dakikası bir şeyler ödeyip duruyorlar.
İyi: Orası
öyle.
Kötü: Öyle
tabi. Sonra insanlar bu vergilerden, harçlardan nasıl yırtarız diye türlü
katakulliler aramaya başlıyor. Her arz da talebinden doğar bilirsin. Ve bu ağır
yükü hafifletmek için bazı hayırsever adamlar çıkar piyasaya doğal olarak.
Soruyorum sana, ortaya çıkan bu kötü adamlar mıdır suçlu olan, yoksa onları
doğuran düzende midir suç?
İyi: İyi ama
devleti bir başkası kurmadı ki başımıza. Toplu yaşamayı bir düzene ve refaha
ulaştırmak için, devleti ve vergileri, o vatanın bireyleri yani vatandaşlar
oluşturdu kendi iradeleriyle. Ve toplumu oluşturan her birey üzerine düşen
sorumluluğu yerine getirmelidir. Sen bu yaptıklarınla başkalarının haklarına
tecavüz ediyorsun.
Kötü: Oooo,
Tecavüz çok ağır oldu dostum. Ona istersen küçük bir öpücük diyelim.
İyi: Hayır,
hayır. Bu kelimenin tam anlamıyla hırsızlık. Tecavüz hafif bile kalır.
Vergisini düzgün ödeyen insanların suçu ne? Toplumun bir bireyi olarak, o
toplumun her türlü imkanından yararlanacaksın, ama üzerine düşen sorumlulukları
yerine getirmeyeceksin. Bir asalaktan farkın ne senin?
Kötü: Boşver
kanka. İdealist ayaklarını bir kenara bırakalım, anın tadını çıkaralım. Bak
şampanya bitmek üzere. Hatun zaten güzeldi, şimdi Kainat Güzellik Yarışması
finalisti gibi oldu.
İyi:
Acıyorum sana.
Kötü:
Ooooofff. Bıktım senden yahu. Dır dır dır vır vır vır. Yine gecemi zehir
edeceksin. Ben gidiyorum ne halin varsa gör. (çıkar)
İyi:
(Arkasından giderken) Bekle bak değişebilirsin, hiçbir şey için geç değil.
(çıkar)
Nuri:
(sarhoştur. Dili pelteleşir.) Ben var ya ben. Senin için ölürüm, yeminle.
İrina: Çok
içmek var sen. Hadi yatmak artık, çok geç olmak.
Nuri:
Yatarız be güzelim, yatarız. Daha yeni başladık. Seri hınzır seni…
İrina: Hadi
ama. Geç olmak. Yarın sabah geç kalmak biz burda.
Nuri: Nee…
Aman ha. Yarın sabah erkenden boşaltmamız lazım burayı. Yoksa…
İrina: Tamam
o zaman, hadi kalmak sen. (Zorla kaldırır, odaya geçerler)
Nuri: Rezil
oluruz vallah.
7. Tablo
(Zarife, yanında
bir karı kocayla birlikte içeri girer.)
Zarife:
Kusura bakmayın beklettim sizi de. Metroyu kaçırdım da. Sizi dün bekledik
aslında.
Ömer: Dün dükkânla
uğraştık biraz, tadilat işleri falan. Usta akşama kadar bekletti bizi.
Zarife:
Önemli değil. Buyrun, geçin şöyle. (Oturma gurubunu gösterir.) Faruk abi de
şimdi gelir. Ben size bir şeyler ikram edeyim. (mutfağa yönelir.)
Hatice:
Zahmet etmeseydiniz.
Zarife:
Zahmeti mi olur, siz keyfinize bakın. (mutfağa girer.)
Ömer:
Hayırlısıyla şu kuruluş işlemleri için de anlaşırsak bugün, geriye pek bir şey
kalmaz.
Hatice:
Evet. Ha bir de şu toptancıyla sözleşme yapalım, ne olur ne olmaz.
Ömer:
Haklısın, ben unuttum onu.
Nuri:
(Odadan çıkar. Üstünde atlet ve şort vardır.) Bir su dökeyim çıkalım hemen.
(müşterileri fark etmez. Tuvalete gider.)
İrina:
(odadan çıkar. Giyinmektedir.) Duş almak istiyor ben. (müşterileri fark eder.)
O. Siz, siz ne yapmak burada.
Ömer:
(Hatice’ye bakar. Şaşırmıştır.) Şey… Biz Faruk beyle görüşmek için… Siz Faruk
beyin?
İrina:
Bilmiyor ben Faruk. Ben Nuri. Beraber.
Ömer: Nuri
mi Nuri kim?
İrina: Benim
arkadaş.
Hatice:
Hanfendi Faruk bey nerde peki?
İrina:
Bilmiyor ben Faruk.
Hatice: Siz
burada mı kalıyorsunuz? (Ömer’e) nasıl bir yer burası?
İrina:
Hayır, hayır, biz kalmamak burada. Sadece bir gece. Gitmek şimdi hemen. Nuri
gelmek biz gitmek.
Nuri:
(Tuvaletten çıkar.) Eyvahlar olsun. Çabuk içeri, çabuk. Çok affedersiniz.
(Hızla İrina’yı odaya sokar.)
Zarife:
(Mutfaktan çıkar.) Evet, suyu koydum ketıla az sonra çaylarımız hazır olur.
Hatice: Şey,
afedersiniz. Oda da…
Zarife:
Evet, evden bozma bir ofis burası, iki oda bir salon. Tuvaletimiz mutfağımız da
var. Her işimizi hallediyoruz anlıyacağınız.
Ömer: Yok
hayır ben onu şey yapmadım, oda da diyorum…
Faruk:
(Girer.) Günaydın. (çifti görür.)
Zarife:
Günaydın Faruk abi. Hani sana bahsetmiştim ya. Ömer beyle Hatice hanım. Sabahın
köründe damlamışlar kapıya, yani şey, erkenden gelmişler demek istedim.
Faruk:
Merhabalar, hoş geldiniz. Faruk ben. Faruk Şenlik.
Ömer:
(Şaşkınlığını atmamıştır.) Merhaba Faruk bey. Ben de Ömer, eşim Hatice.
Faruk:
Memnun oldum hanfendi. Lütfen yabancılık çekmeyin. Ofisimiz evimiz gibidir.
Rahatınıza bakın.
Ömer: Belli,
belli.
Faruk: Nasıl
anlamadım.
Ömer:
Ofisiniz diyorum (karısına bakarak) oldukça larç.
Neriman:
(Öfleye püfleye içeri girer. Yanında annesi vardır.) Farukkk. Yazıklar olsun
sana. Bıraktın bizi merdivenlerde, asansörle attın kendini yukarı. Koptuk
vallah çıkana kadar.
Faruk: Gel
hayatım gel. Ben ne yapabilirim ki? Asansörle çıkmak istemiyorsunuz.
Neriman:
Kadının kapalı yer fobisi var, binemiyor asansöre. Onu merdivenlerde bırakıp,
asansörle mi çıksaydım.
Faruk: Tamam
tamam geçin söyle. Buyrun kayınvalideciğim.
Kayınvalide:
Her seferinde çanta gibi takıyorsun beni yanına. Kızım eskisi gibi değilim
artık, biraz yürüdüm mü tıkanıyorum. Git kendin ne yapacaksan yap, çarşıda
pazarda. Beni ne sürüklüyorsun buralara.
Neriman: Ama
anneciğim yürümen lazım, biliyorsun.
Kayınvalide:
Tamam, tamam. Oturalım hadi biraz.
Faruk: Geçin
şöyle. (misafirleri fark eder.) Bunlar Ömer beyle eşi Hatice hanım. Bir iş
toplantımız vardı da. Eşim ve kayınvalidem tanıştırayım.
Ömer ve Hatice:
Memnun olduk efendim.
Faruk: Ömer
bey isterseniz sizi şöyle masanın yanına alayım daha rahat konuşuruz.
Kayınvalideciğim siz de şöyle buyurun. Neriman ver elindekileri odaya koyayım.
Soluklanınca gidersiniz değiştirmeye. (Çantaları alır, Nurilerin olduğu odaya
girer. İçerden) Allaaahhh.
Neriman:
(Yerinden.) Nooldu Faruk?
Faruk:
(içerden) Yok bir şey yok bir şey. (Kafasını uzatır.) Ayağımı vurdum.
Neriman:
Dikkat etsene be hayatım.
Zarife:
Neriman yenge su ısıtıyorum, sıcak bir şeyler ister misiniz?
Neriman: Su
mu ısıtıyorsun? Kızım ocaktan söylesene.
Zarife: Şey
yenge… Faruk abi biraz tartıştı ocakçıyla.
Neriman:
Tartıştı mı? Neden?
Zarife: Yok
yok önemli bir şey yok. Hesap kitap işleri…
Neriman:
(şüpheli) hesap kitap işleri?
Zarife: Her
seferinde hesabı şişiriyor. Faruk abi de dayanamadı… Öyle işte…
Neriman:
Allah, Allah. Neyse… (Hatice’ye döner.) Hanfendi siz mükellef misiniz?
Hatice:
Olucaz inşallah. Bir butik açıyoruz eşimle. Kuruluş işlemleri için geldik.
Neriman:
Hayırlısı olsun. Yeri nerde? Öğrenelim de sık sık ziyaret ederiz artık.
Kayınvalide:
Vallahi Neriman hiç kusura bakma ben gelemem.
Ömer: Niye
efendim? Sizleri de bekleriz buyurun gelin.
Kayınvalide:
Yok yok evladım. Şehre indim mi bütün hastalıklarım nüksediyor, kalp,
romatizma, şeker, tansiyon… hepsi fırlıyor.
Neriman: (Hatice’ye)
Bol bol yürümesi lazım dedi doktor. Çarşıya inmişken ben de, değiştirilecek bi
iki bi şey vardı da, hadi anne dedim sen de gel benle, hem hava değişliği olur,
hem de yürümüş olursun biraz. Bütün gün evde otur otur, nereye kadar. Sonra
başlıyo, oram ağrıyo, buram ağrıyo demeye.
Hatice: Tabi
efendim çok haklısınız. Ama ne yapacaksınız, yaşlılık zor.
Neriman:
Öyle, öyle. (Zarife’ye) Nerde kaldı bu Faruk. Alt tarafı çantaları koyacaktı.
Farukkkk.
Faruk:
(içerden) Geliyorum hayatım. (çıkar. Telaşlıdır.)
Neriman:
Nerde kaldın bir saattir.
Faruk:
Çantaları yerleştirdim, öyle lap diye koymayayım dedim.
Neriman:
Niye yerleştiriyon Faruk, çıkıcaz şimdi.
Faruk: İyi o
zaman çıkacaksanız çantaları getireyim ben.
Neriman: Bu
ne telaş Allah aşkına. Kız su ısıtıyor, içelim bir şeyler çıkarız.
Faruk: O
zaman odaya geçin isterseniz. (müşterileri işaret eder.) hem oda da televizyon
var valide hanım. Çöpçatan programlarını seyredersiniz.
Kayınvalide:
Damaattt. Kinayeli kinayeli konuşma. Ne yapacam ben çöpçatan programlarını?
Faruk: Belli
mi olur valide sultan. Ya nasip.
Kayınvalide:
Neriman duyuyon mu söylediklerini. Beni baş göz edip, kurtulmak istiyor damat
efendi.
Neriman:
Faruk, yapma Allah aşkına, alınıyor bak kadın.
Faruk: Yok
valideciğim olur mu öyle şey. Sen evimizin direğisin. Verir miyim seni o
Allahın moruklarına.
Kayınvalide:
Tamam, tamam uzatma. Hadi Neriman, geçelim odaya.
Neriman:
Hadi anneciğim. (odaya geçerler.)
Faruk:
(çifte döner.) Vallah Ömer beyciğim kusura bakmayın sabah sabah trafik yoğun
biraz burada. Hemen halledeceğim sizin işi. (Odaya girer. Nuri ve İrina’ya beraber
çıkar.) Yahu Nuri insan bir haber verir, ben büroya gidecem diye.
Nuri:
Farukçuğum çok haklısın ama inan balık oltaya çok geç saatte takıldı. Rahatsız
etmeyim dedim.
Faruk: Neyse
çabuk, çabuk…
Nuri: Dur
yahu çantayı unuttum içerde. (Odaya geri döner.)
Nilgün:
(İçeri girer.) Faruuukkk. Hayatım ben geldim.
Faruk:
Nilllgüüünn. Ne işin var burada. Sabah sabah rüyanda mı gördün.
Nilgün: Bu
kim?
Faruk: Bu?
Ha şey İrina. Tanıştırayım, İrina, Nilgün. Nilgün İrina.
Nilgün:
İrina mı? Faruk ne dolaplar çeviriyon sen?
Faruk:
Yanlış anladın bu benim değil. (Odada Nuri çıkar.) Bunun.
Nuri: Ney
benim?
Faruk: İrina
canım İrina. Nuri senin arkadaşın di mi İrina?
Nuri:
Eveett.
Faruk: Bak
gördün mü hayatım. (paylaştırır.) İrina Nuri’nin, Nilgün benim. Okey. Sıkıntı
yok yani. Hadi Nuricim hadi. Selametle.
Nuri: Tamam
Faruk, tamam. Hadi görüşürüz. (İrina’yla çıkarlar.)
Neriman:
(İçerden seslenir.) Faruuukkkk.
Faruk:
Eyvaaahhh. (Nilgün kim işareti yapar.) Neriman. Neriman’la kaynanam odada. Hadi
hayatım çabuk şu odaya geç. Göndericem onları şimdi. (Birlikte odaya girerler.)
Neriman:
(Odadan çıkar.) Faruk nooldu bizim çaylar?
Zarife:
Tamam Neriman abla getiriyorum şimdi. (mutfağa gider.)
Neriman:
Faruuk? (Hatice’ye) Nerde bizimki? (Çekinerek, odayı işaret eder. Neriman odaya
doğru yürürken kapıda Faruk’la karşılaşır.) Faruk!
Faruk: Ay.
Ödümü patlattın yahu?
Neriman: Ne
yapıyon sen odada?
Faruk: Şey…
Şey hayatım çantalara baktım, yerinde mi diye.
Neriman:
Alemsin vallah, nereye gider çantalar kendi başına?
Faruk:
Gitmez tabi de… Neyse sen geç odaya ben şimdi göndericem çaylarınızı. (onu
odaya sokarken, Zarife’ye seslenir.) Zarife kızım, hadi getirsene çayları.
Neriman: bir
dakika… (durur. Havayı koklar.) bir parfüm kokusu alıyorum. Bayan parfümü… Biri
mi geldi buraya…
Faruk: Yok
hayatım kim gelicek. Hatice hanım kokuyordur.
Neriman:
Yok, yok onun kokusu değil, başka biri sanki…
Faruk:
Hayatım çıkarken, yirmi tane şey sıkıyorsun üstüne, onlardan biridir.
Neriman:
Faruk saçmalama yirmi tane parfüm sıkılır mı? Her kadının tek bir parfümü
vardır. Sanki, bu kokuyu daha önce de duydum ben.
Faruk: Geç
hayatım geç odaya, bak annen yalnız sıkılmasın.
Neriman:
Yok, yok. Hatırlıyorum bu kokuyu ben.
Faruk: Tamam
hayatım sen düşünedur bak müşteriler bekliyor. (Neriman’ı odaya sokar, masaya
oturur. Çifte.) evet efendim, naapıyoruz?
Ömer: Şey…
Faruk bey… Eşimle bir butik açıyoruz. Anlaşırsak, kuruluş işlemleriyle,
muhasebeyi de size vermek istiyoruz. Yalnız bir iki işimiz daha kaldı dükkanla
ilgili, biz onları hallederken… (bu arada Zarife çayları getirir, önce çifte
verir. Sonra Nerimanlara verir.) siz de prosedürleri halledersiniz.
Faruk:
Hallederiz efendim hallederiz, siz hiç canınızı sıkmayın. Piyasanın en bitirim
muhasebecisi var karşınızda.
Hatice: Biz
de onun için geldik zaten, methinizi çok duyduk eşten dosttan.
Faruk:
Sağolsunlar. İşimizi dört dörtlük yaparız, size bir sıkıntı yaşatmayız
evvelallah.
Ömer:
Hayırlısı. Anlaşabilirsek tabi.
Faruk:
Anlaşırız, anlaşırız. Siz para işini dert etmeyin azizim.
Hatice:
Yalnız Faruk bey sizin işler bayağı yoğun, bizim işlere fırsat kalır mı
bilemem.
Faruk: Şeyi
diyorsunuz. Haaa, Nuri benim çok samimi arkadaşımdır. Eşiyle biraz problem
yaşıyor da şu sıralar. O yüzden eve gidememiş.
Hatice:
Yanındaki?
Faruk: Ha o
mu? O… O tercümanı Nuri’nin. Müşterisinin Rusya’da bir ihalesi var da. Gece
çalıştılar herhalde ihale dosyası için. Yahu bir yığın evrak istiyorlar,
bilanço, gelir tablosu… Tabi onları da Rusça’ya çevirmek lazım.
Nilgün:
(Odadan başını çıkarır.) Faruk ben kahvaltıya gelmiştim ama. Daha ne kadar duracağım
burada.
Faruk: Ya
Nilgün, çaylarını içsinler, alacaklar çantaları gidecekler. Az sabret Allah
aşkına. Çantalar… (kalkar, Nilgün’ün yanına gider.) Çantalar odada. Ordan
çıkman lazım. Tamam, buldum mutfağa geç çabuk. (Nilgün’ü mutfağa götürür.) Ben
sana seslenirim. Lütfen çıkma ben söylemeden. Tamam mı canikom. (Döner, masaya
oturur.) neyse efendim. Ne diyorduk. Parayı pulu dert etmeyin siz, hallederiz.
Yalnız önden bir miktar ödeme yaparsınız avans mukabili, malum masraflar olacak
biraz.
Ömer: Önemli
değil, ne kadar bir şey verelim.
Faruk: Çok
değil canım 1,5 – 2.
Ömer: 200?
(karısına döner.) eh fazla bir şey değilmiş.
Faruk: Yok
efendim 1,5 – 2 milyar. Eski parayla, bin lira.
Ömer:
Naaptınız Faruk bey holding kurmuyoruz ki biz, alt tarafı bir butik. Çok değil
mi 2 milyar.
Faruk: Ömer
beyciğim tescili, ilanı, defter tasdiki, kırtasiye masrafı içinde. Bunu alalım
sonra hesaplaşırız.
Hatice:
Vallahi bana da çok geldi Ömer.
Faruk:
Hatice hanım, maalesef esnaflık böyle işte. Daha dükkanı açmadan masraflar
başlıyor.
Zarife:
(içerden Nerimanlarla çıkar.) Faruk abi Neriman ablalar gidiyor.
Faruk:
Hayatım erken değil mi, dinlenseydiniz biraz daha.
Neriman:
Gidelim Faruk sıcağa kalmadan, halledelim işlerimizi. Sen çantaları getiriver.
(Faruk odaya gider.) Efendim sizinle de tanıştığımıza çok memnun olduk.
Hayırlısı olsun. Mutlaka uğrayacağım dükkanınıza. (Yine koklar havayı.) Yine o
parfüm kokusu. Pardon Hatice hanım sizin parfümünüz mü bu? (kadını koklar)
Hayır bu değil. Calvin Clein bu. Ben
hatırlıyorum bu kokuyu ama?
Faruk:
Hayatım bu çantalar yormasın sizi çarşıda şimdi. İstersen Muhittin gelince
göndereyim yanınıza.
Neriman:
İstemez taşırım ben onları. Efendim size de iyi günler.
Faruk: Uğrar
mısınız dönüşte.
Neriman:
Yok, yok. Biz buradan direk eve geçeriz. Annemi bırakıp, pazara da uğrayacağım.
Evde bir şey kalmadı.
Faruk: İyi o
zaman, hadi size iyi alışverişler.
Nilgün:
(Çıkar) Gittiler mi.
Faruk: Nilgün!
Neriman:
Faruk!
Kayınvalide:
Damat!
Neriman:
Tamam işte bu koku o koku.
Faruk: Eyvah,
şimdi yedik boku.
PERDE
2. PERDE
8. Tablo
(Birkaç gün
sonra… Faruk ve Osman masanın önündeki koltuklarda oturmaktadır. Faruk pijama
giymiştir.)
Faruk:
Kusura bakma Osmancığım ya, böyle pijamalarla… Yavaş yavaş yatmaya
hazırlanıyordum da.
Osman:
Önemli değil Farukçuğum, lafı mı olur. Asıl sen kusura bakma, böyle vakitsiz
rahatsız ettim seni.
Faruk:
Önemli değil, önemli değil.
Osman: Merak
ettim seni, bi uğrayım dedim. Ne kadar sürecek bu.
Faruk:
Neriman’ı biliyorsun. Nuh dedi mi peygamber demez. Barışmak için hala umudum
var ama…
Osman:
Barışırsınız, barışırsınız. Dert etme. Kadınlar böyledir. Siniri geçene kadar
sıkacaksın dişini.
Faruk: Sıka
sıka ağızda diş kalmadı Osman. Haber göndermiş, “Mahkemede görüşürüz” diye.
Osman: Yok
canım daha neler, küçücük bir kaçamak için kurulu düzen yıkılır mı hiç?
Faruk: Sen
burada değildin Osman, görmedin olanları. Neriman beni şimdi boşamazsa bir daha
hayatta boşamaz. Bütün iş hanı ayağa kalktı yahu.
Osman: Yapma
ya.
Faruk:
(Kapının oraya gider.) Ne diyorsun abi. Büyük rezalet. Tam kapıdan
uğurluyordum, saniye farkıyla yani. Nilgün “sen söyleyemedin ben söyleyeceğim
artık.” deyince Neriman’ın gözleri dönmeye başladı. Arkasından “Faruk seni
boşayacak beni alacak” dedi. Sonrası malum. Vallahi bu kadar mesafe var arada,
ama Neriman nasıl bir ok gibi fırladı buradan Nilgün’ün üstüne görmen lazım.
Osman: Vah,
vah, vah.
Faruk:
Elindeki bütün çantaları teker teker vurdu kafasına. bir kaç darbe de ben aldım
tabi, ayırmaya çalışırken. Neyse… Zar zor sakinleştirebildik her ikisini de.
Ama bu arada olan bana oldu tabi, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da
olduk. (yerine oturur.) Elde ne pirinç kaldı, ne bulgur.
Osman:
Nilgün?
Faruk: O iş
de bitti tabi. Aslına bakarsan böylesi daha iyi oldu. Ben de ne zamandır
bitirmek niyetindeydim. Nasip o güneymiş.
Osman:
Başından yanlış bir ilişkiydi bence. Boyun kadar kızın var. Bu işler bize göre
değil Faruk.
Faruk: Haklısın
Osman da… Sıkıntılar olmasa insan böyle bir yanlışa düşmez.
Osman: Ne
sıkıntısı, Neriman’la aranda bir sorun mu vardı?
Faruk: Ya,
belirgin bir şey yok ama… Belli bir süreden sonra evlilik çok monotonlaşıyor,
bordrolu işte çalışan memur gibi oluyor insan. Belki biraz renk, biraz heyecan
için, farklı bir şeyler arıyor. Yanlış tabi.
Osman:
İnsanın doğasında var bu. Kadir kıymet bilmez insan, nankördür. Hastalanınca
sağlığın, ölünce sevdiklerinin, boşanınca evliliğin kıymetini anlar. Evlilik
böyle bir şey işte. Düzgün giden şeyler, aslında senin bekarken istediğin ve
arzuladığın şeylerdir. Düzenli bir hayat, çoluk çocuk, eş dost akraba.
Akşamları uzanıp televizyon seyretmek, önüne konan sıcak bir yemek. Ne değişir
de, istediklerine sahip olunca bunalır insan?
Faruk: Oooo
Osman, gene başladın felsefeye. Tamam. Hatalıyım. Özür de diledim defalarca.
Daha ne yapayım?
Osman: Neyse
biraz geçsin bakalım, zaman en iyi ilaçtır, dertlere.
Faruk:
Haklısın. Bekleyelim bakalım biraz. (kapı çalar.) Hayır olsun kim bu saatte
acaba?
Nuri:
(Yanında İrina’yla girer.) Vay hayırsızlar bana haber vermeden toplandınız ha.
Faruk: Nuri
abi ne işin var senin bu saatte burada?
Nuri: Yahu
geçiyorduk uğrayalım dedik. Yalnız kapıcıyı ikna edene kadar göbeğim çatladı.
Adam “yassak gardeşim” dedikçe dayadım onluğu. Sonunda 50 kağıda zor ikna
ettim.
Faruk: Hoş
geliniz Nuri abi de… Bu?
Nuri: İrina
yahu, yabancı değil. Revüden.
Faruk:
Tanışıyoruz abi tanışıyoruz. Keşke yalnız gelseydin, durumları biliyon zaten.
Nuri: Sıkma
canını yahu. Sen yatma moduna geçmişsin zaten, biz de bir köşe de kıvrılır
yatarız.
Faruk:
Vallahi olmaz abi, Neriman bunu da duyarsa, hayatta affetmez beni. Büroyu
pavyona çevirdin der. Revü kızları falan.
Nuri: Haberi
olmaz, dert etme. Osman ne haber koçum.
Osman:
İyidir vallah Nuri abi ne olsun. Faruk’la dertleşiyorduk.
Nuri: İyi,
iyi. Geç bakalım İrina. (oturma gurubuna geçerler.)
İrina: Nuri
sen hep getirmek beni buraya. Otele gitmek istiyor ben.
Nuri:
Kızımmm otel tehlikeli diyom sana. Beyler istiyorsanız arayalım İrina’nın
arkadaşlarını. bir koşu atlar gelirler.
Osman: Yok
abi sağol, geç oldu, ben kaçıcam zaten. Faruk’u bir ziyaret edeyim dedim,
görüşemedik bayağıdır. Geçen sefer ciddi bir badire atlattı biliyorsun.
Nuri:
Biliyorum, biliyorum. Suç sende oğlum. Kadın kısmı işyerine getirilir mi hiç?
Faruk:
Çarşıya gideceklerdi, atıvereyim dedim.
Nuri: İyi
halt yedin. Bak kardeşim bir erkeğin iki adı olur. Biri kılıbık Ali, diğeri
zampara Veli. Ali’yle Veli tanışırlar ama selamlaşmazlar. Aynı ortamda
bulunmazlar. Sen Ali’le Veli’yi aynı arabaya bindirmişsin yahu. Eee, tabi sonra
araba da duvara toslamış.
Faruk: Çok
haklısın. Haddimiz değil bizim böyle işler, yüzümüze gözümüze bulaştırdık.
Nuri: Oğlum,
zamparalık zor zanaattır. Hesabı kitabı muhasebecilikten zordur. Ruhsatın yoksa
kalkışmayacaksın bu işlere. Bak bana. Bir elim yağda, (İrina’yı gösterir.
Vurgulu) bir elim balda.
İrina: Nuri
ne demek istiyor sen?
Nuri: Keyfim
yerinde diyorum balım.
İrina: Bu
gün izinli olmak ben. Ama sen getirmek beni buraya. Hani balık yemek biz
Kordon’da.
Nuri: Şimdi
mevsimi değil güzelim. Allah muhafaza, bu zamanlarda yenen balık zehirler
adamı.
İrina: Offf.
Çok sıkılmak. Gidip yatmak istiyor ben.
Nuri: Tamam
bebeğim, gir yat sen. Ben arkadaşlarla biraz muhabbet edeyim, gelicem hemen.
Gir gözlerini dinlendir, ama sakın dalma. (İrina odaya geçer.) Yahu kardeşim,
bu Ruslarda bir şey var, insanın yaşını bir on yaş geriye attırıyor şerefsizim.
Osman: Abi,
bu aralar ipin ucunu bayağı kaçırdın ama. Seni ne zaman arasak ya Blue Night’tdasın
ya Sun Shine’da. Vallahi sağlam bünyen var. Taş olsa dayanmaz bu koşuşturmaya.
Yengeye ne diyorsun peki, böyle gitmediğin geceler için?
Nuri: Ne
diyecem Osmanım, iş gezisindeyim diyorum. En baba bahanedir biliyorsun iş gezisi.
Faruk: Abi
muhasebecinin ne iş gezisi olur Allah aşkına.
Nuri: Yahu
şehir dışından iki defter aldım dedin mi iş bitti. Kalkıp, vergi dairesinden
yoklama mı yaptıracak?
Osman: Alem
adamsın vallah.
Nuri: Geçen
aramış cepten, gecenin bir vakti. Ben de almışım hatunu, fasıldayız. Herkes bir
ağızdan şarkı söylüyor. Nasıl bir gürültü sorma gitsin. Telefon açılmış
cebimde. Yarım saat sonra fark ettim.
Faruk: Eeee?
Nuri: Çıkıp,
sessiz bir köşeden aradım. Köpürüyor seninki. Yahu dedim hanım bir sakin ol.
Çalgılar varmış, şarkılar varmış, nerdeymişim ben gecenin bir vakti,
saydırıyor.
Faruk:
Basıldın yani.
Nuri: Ne
basılması yahu. Mükellefin oğlunun sünneti varmış dedim. Adam çok ısrar etti
kıramadım dedim. Çok sıkıldım ama ayıp olmasın diye oturuyorum dedim.
Osman: Yedi
mi bari?
Nuri: Yemez
mi oğlum, yedi tabi. Öğle güzel kıvırdım ki, “Ayıp olmasın, giderken bir de
çeyrek altın götürseydin” dedi.
Osman:
Vallahi bravo Nuri abi.
Nuri: Yalan
söylemek yetenek işidir oğlum. Yalana ruhunu katarsan, kendin bile inanırsın.
Sonra hanımı kırmayım dedim. Onun hatırına, İçeri girince hatuna bir yüz dolar
taktım. (gülüşürler.) Neyse arkadaşlar ben de gireyim yatayım. Uyuyamaz o
şimdi, girip ninni söyleyim ben.
Faruk: Nuri
abi yalnız bir ricam var, Zarife gelmeden boşaltın odayı, rezil olmayalım
Housekeeper’a.
Nuri: Ne?
Housekeeper mı? Ha otel hesabı yani.
Faruk:
Takılıyorum abi ya. Geçen seferki gibi olmasın, o manada.
Nuri: Tamam
Farukçuğum tamam. Erkenden kaçarız biz. Hadi size iyi geceler.
Faruk: İyi
geceler abi, Allah rahatlık versin.
Osman: Bende
kaçayım Faruk geç oldu.
Faruk:
Otursaydın Osman ya, ne güzel muhabbet ediyorduk.
Osman: Tadım
kaçtı. Milletin ekmek teknesini otel gibi kullan. İş mi şimdi bu.
Faruk: Ne
diyeceksin, kendisinin düşünmesi lazım. Sabah, bir ara söylerim bir daha
gelmesin diye.
Osman: Bence
de söyle. Ayıp denen bir şey var. Neyse. hadi sana iyi geceler.
Faruk: İyi
geceler, görüşürüz yarın.
9. Tablo
(Zarife, Rıza’yla
birlikte girer.)
Rıza:
Ablacığım nerde kaldın ya. Ağaç oldum bir saattir kapıda.
Zarife:
Rızaaa, sabah sabah sinirimi bozma. Altımızda araba yok, otobüsten metroya
metrodan otobüse aktara aktara, anca gelebildim.
Rıza: Yine
aramız açıldı galiba enişte beyle.
Zarife: Hiç
kapanmadı ki açılsın. Her gün bir başka sebep. Bir laf vardır bilirsin, varlık
seviştirir, yokluk dövüştürür diye. Biz hep ikinci önermenin adamı olduk,
enişte beyinle.
Rıza: Boş
ver be abla. Paramız yok ama sağlığımız yerinde çok şükür.
Zarife:
Muhtemelen, bu lakırdıyı da zenginler dolamıştır züğürtlerin diline, avunup
uyusunlar diye. Paramız yok ama sağlığımız yerinde, paramız yok ama huzurumuz
yerinde… Oğlum, para yoksa hiç bir şey yok. En önemlisi para, o oldu mu,
sağlığında düzelir, huzurunda.
Rıza: Öğle
deme abla ya… En önemlisi sağlık bence. Bak şovmenin biri, yılbaşında şey
demişti. “Yeni yıldan ne bekliyorsunuz” diye sorunca muhabir, o da “Boş ver
sağlığı falan yeni yılda bol paramız olsun” demişti. Yeni yılda, milyonda bir
görülen bir hastalığı oldu.
Zarife: Bir de
Kazancı’yı örnek ver tam olsun Rızacığım. Dünya kadar parası var ama bir o
kadar da özürlü çocukları di mi?
Rıza: Vallah
doğru.
Zarife:
Yavrum adam para dışarı kaçmasın diye akraba evliliği yapmış, kimin suçu bu?
Ha, bir de şey vardır, adamın parası çok ama şeker hastası. Hiçbir şey
yiyemiyor. Bak biz her şeyi yiyoruz.
Rıza: Bak
işte geldin di mi sözüme.
Zarife: Ah,
benim saf Rızam. Yavrum zamanında çok yemekten oluyor o şeker. Bu söylentiler,
muhtemelen yoksulları “bak biz çok sıkıntılar çekiyoruz, derdimiz kederimiz
çok, sakın bize özenmeyin” formatına sokmak için söylenmiştir. Bak onlar hiç
bir şey yiyemiyor, biz her şey yiyebiliyoruz. Duyan da kahvaltıyı havyarla
yapıyoruz sanır. Ne yiyoruz, pilav üstü kurudan başka?
Rıza: Neyse
abla boş ver. Ubeydullah’la hesabı gördük. Söyleyim mi çayları?
Zarife:
Söyle bakalım. Benim ki demli olsun.
Rıza:
(Diyafona) Kazım, iki çay oğlum şenliğe. Bir demli olsun.
Kazım: Hemen
geliyor, tamam.
Rıza: Faruk
abi eski hesabı kapatıp, üste de 500 tane marka alınca eksprese bağladılar
servisi.
Zarife: Yaa,
ne demezsin.
Faruk:
(odadan çıkar, pijamalarladır. Gerinir.) Günaydın çocuklar.
Zarife:
Günaydın abi. Rahat uyuyabildin mi?
Faruk:
Çekyatın yayları bozulmuş, sabaha kadar döndüm durdum. bir de yandaki büroda
tadilat vardı herhalde, bütün gece gürültü edip durdular. Yandaki büro?
(telaşla diğer odaya girer.)
Rıza: Ne
oldu abi, ne tadilatı?
Faruk:
(içerden) Hadi Nuri abi hadi, biraz çabuk. Bak saat kaç olmuş?
Zarife:
Tadilatı yapan Müteahhit Nuri anlaşılan.
Rıza: Adam,
otel gibi kullanıyor burayı ya.
Zarife:
Yüzsüz oğlum yüzsüz. Hiç sevmiyorum bu adamı. Bizimki de ona uydu, şimdi koltuk
tepelerinde uyuyor.
Rıza: Sus
abla duyacaklar şimdi.
Zarife:
Duyarlarsa duysunlar, ayıp olan benim söylediğim değil, onların yaptığı.
Faruk:
(odadan çıkar. Odayı işaret ederek) Nuri… Gece burada kalmıştı da.
Zarife: Oda
servisi gönderseydik abi, kahvaltı falan. Belki yatakta yapmak isterler
kahvaltıyı.
Faruk:
Zarifeee.
Kazım:
(Girer.) Eveettt, çaylarımız geldi. Oooo, Faruk abi, sabah şeriflerin
hayrolsun.
Faruk: Kes
lan zevzekliği.
Kazım:
(çayları verirken) Yönetici sizin aidatı artıracakmış abi. Malum hem büro, hem
ev.
Faruk: Kazım
kafamın tasını attırma. Bizim aidatı arttıracaksa, sizinkini de arttırsın.
Malum hem ocak, hem ahır.
Kazım: Abi
ayıp oluyo ama.
Faruk:
Tamam, tamam uzatma. Hadi git bana da bir çay getir.
İrina:
(odadan çıkar.) Selam.
Kazım: Ohaa,
bu ne lan. (Rıza işaret yapar. Kapıda biraz süzüp çıkar.)
Faruk: Nuri
abi?
İrina:
Geliyor şimdi. Giyinmek uzun oluyor Nuri. Kravat falan bağlamak.
Zarife:
Kravatını bağlayacağına uçkurunu bağlasın.
Faruk:
Zarife Allah aşkına ya. Tersten mi kalktın sen bu sabah?
Zarife:
Yalan mı?
İrina:
Pardon, ne demek uçkur ben bilmiyor.
Faruk:
Önemli değil sen bakma ona.
Nuri: (çıkar)
Evveeet, ben hazırım. Naapıyoruz şimdi?
Faruk: Hemen
çıkıyorsunuz abi.
Nuri: Yahu
Faruk bu ne acele Allah aşkına. bir çay ikram etmeden mi göndereceksin bizi?
Faruk: Abi
biliyosun durumları. Allah muhafaza bir gelen giden olur. Bir de ona dert anlatmayalım.
Nuri: Yahu
sen ne sıkılıyorsun canını, (İrina’yı gösterir.) sorun benim sorunum.
Çocuklardan birini gönder de boyoz alsınlar, aç açına düşmeyelim yollara.
Faruk: Peki
abi, peki. (cebinden para çıkarır.) Rıza hadi alıver fırından… (Nuri’ye) kaçar
tane yersiniz abi.
Nuri: Bana
bir beş tane alsın. İrina sen kaç tane boyoz yersin?
İrina:
Boyoz? nasıl olmak boyoz, ben bilmiyor.
Nuri: Nasıl
bilmezsin ya, hani yerken böyle pul pul yapışıyor dudaklarına da, hani ben
onları yalıyorum ya sonra…
Zarife: Bu
ne ya? Abi aile var farkındaysan.
Nuri: Nooldu
kız, kıskanç Zarife. Ağrına mı gitti? Kızım ne yapacan bu da Allah’ın bir lütfu.
Böyle güzel yaratmış bu Rus’ları. Kıskanmaya gerek yok anlayacağın, Allah’ın
takdiri.
Zarife:
Aman, aman, ne kıskanıcam elin gavurunu. (yediklerini alarak ve söylenerek,
mutfağa gider.)
Faruk: Yapma
Nuri abi ya alınıyo kız. Hadi oğlum gitsene boyozları almaya.
Rıza: Kaç
tane alayım abi.
Faruk: Ne
bileyim al işte, on tane al.
Nuri:
Yumurta da almayı unutma.
Rıza: Tamam
abi. O kaç tane olsun?
Faruk: Kaç
tane mi olsun? Rıza oğlum, boyozla yumurta arasında evrensel bir oran vardır,
ikiye bir oranı. Yani iki boyoza bir yumurta. Yani ne oluyor, on boyoz alırsan?
Rıza: iki
boyoza bir yumurta olursa, 10 boyoza kaç tane olur? İçler dışlar çarpımından
(biraz düşünür) beş?
Faruk:
Vallahi bravo? Hadi bir koşu kap gel bakalım.
Rıza: Tamam
abi. (Çıkar.)
Faruk: Nuri
abi sana bişey söylemek istiyorum, daha doğrusu bir rica. Ama, nasıl söylesem…
Nuri: Söyle
kardeşim, çekinme. İrina yabancı değil. (Durur.) Yabancı da, o kadar yabancı
değil, artık bizden sayılır. Ne kadar çözer sıkıntını, beş bin? On bin?
Faruk: Yok
parasal değil abi, nasıl desem. Hani sen buraya geliyosun ya? Gece falan. Şey…
Kazım:
(Girer.) Evet, Faruk abimin çayı geldi. Tavşan kanı bu. (İrina’ya bakarak, çayı
vermeye çalışır. Çayı Faruk’un üzerine döker.) Allah.
Faruk: Ulan
Kazım, yaktın lan beni.
Kazım:
Vallah abi bilerek olmadı.
Faruk: Önüne
baksana çayı koyarken, gözlerin velfecri okuyor. Elin işte, gözün oynaşta.
Kazım: Abi hemen
getiririm yenisini sıkma canını.
Faruk:
Yenisini getirsen ne olacak, bir takım pijamam vardı, berbat ettin.
Kazım: Çıkar
abi hemen yıkattırayım.
Faruk: Nerde
yıkattıracan lan.
Kazım:
Ubeydullah abiyle gönderirim bu akşam eve. Yenge yıkar, yarın getiririm.
Faruk:
İstemez istemez. bir de bu yüzden sakız olmayalım, senin ocakçının ağzına.
Kazım: Sen
bilirsin abi. Çay getireyim mi?
Faruk: Getir
hadi getir çabuk.
Kazım:
Misafirlere de bir şeyler getirelim mi?
Faruk:
Getir. Hemen git üç tane çay kap, gel.
Kazım: Tamam
abi. (çıkar çıkarken İrina’yı keser)
Faruk: Abi
kusura bakmayın, ben bir üstümü değiştireyim. (Odaya girer.)
Nuri: Sen
rahatına bak. Biz yabancı değiliz. (İrina’ya) İrina’cığım, bu hafta sonu sana
bir sürprizim var.
İrina:
Sürpriz mi? Ne yapmak sen sürpriz?
Nuri: Hani
sen gitmek istiyordun ya? Yunan Adalarına. Yerimizi ayırttım. Bu hafta sonu
Cruise’la çıkıyoruz tura.
İrina:
Adalar mı? Oooo Nuri, süper olmak sen.
Nuri:
Süperim tabi ya ne sandın. Sen ve ben. Tam bir hafta.
İrina: Bir hafta
mı? Ama nasıl izin almak patrondan? Patron kızmak bana, izin vermemek.
Nuri:
Hallederiz. Sen sıkma canını bir tanem. Neyse bir haftalık ücretin, basarız
parayı alırız izni. Parasıyla değil mi?
İrina: Tamam
o zaman. Gitmek var biz adalar. (İki polis girer.)
Polis 1: İyi
günler.
İrina: Yine
mi baskın olmak Nuri?
Nuri: Ne
baskını ya, bir dur bakalım. İyi günler memur bey.
Zarife:
(girer.) Aaaa Polis. Hayırdır memur bey?
Polis:
Efendim biz Nuri bey’i arıyoruz. Nuri Göynüklü.
Nuri: Nu.
Nu. Nuri mi?
Zarife: Nuri
abi? bir problem mi var?
Nuri: Vallah
bir şey yok ama…
Polis 1: Siz
misiniz beyefendi?
Nuri: E. E.
Evet benim?
Polis 2:
Beyefendi bizimle merkeze kadar gelmeniz gerekiyor.
Nuri:
Merkeze mi? Ne oldu ki? Neden gidiyoruz merkeze?
Polis 1:
Beyefendi nedenini bilmiyoruz, bize verilen talimat böyle.
Nuri:
Talimat mı? Peki burada olduğumu nerden öğrendiniz? Burası benim işyerim değil
çünkü.
Polis 2: İlk
önce evinize gittik sabah erkenden. Eşiniz iş gezisinde olduğunuzu söyledi.
Oradan ofisinize geçtik. Yardımcınız “ne iş gezisi ya, İzmir’de Nuri abi. Kesin
Şenlik oteldedir” dedi.
Nuri: Ulan
Hasan ben sorucam sana.
Polis 1:
Sordurduk merkeze, nerde bu Şenlik otel diye. İzmir’de şenlik adında bir otelin
olmadığını söylediler. Sonra sizin eleman anlattı durumu tabi, iş çözüldü.
Nuri: O
kadar da tembihledim hıyara.
Polis 2:
Buyrun gidelim.
Nuri:
Gidelim. İrinacığım ben gideyim durum neymiş bir öğreneyim. Sen kulübe git
akşama alırım seni.
Polis 1:
Hanfendi de geliyor.
İrina: Ben
de mi? Ne yapmak ben orda?
Polis 2:
Vallah bize verilen talimat o şekilde. İkisini de kapın getirin dediler.
Nuri: Allah
Allah, gidelim bakalım.
Kazım:
(Girer) Eveet çaylarımız geldi. (Nuri, İrina ve Polisler çıkar.) Ne oldu burda
ya? Zarife Abla?
Zarife:
Bilmiyorum Kazım, polisler geldi götürüyorlar.
Rıza: (Girer.)
Polisler nereye götürüyor Nuri abileri? (Zarife’yle Kazım bilmiyoruz işareti
yaparlar.) Boyozlar ne olacak ya?
Faruk:
(Çıkar. İçeriyi süzer.) Gitti mi Nuri abiler?
Kazım: Hem
de ne gitmek.
Zarife:
Polisler geldi, götürdü ikisini de.
Faruk:
Polisler mi?
10. Tablo
(O günün akşamı.
Büroda Faruk masasında, Osman masanın önündeki koltukta oturmaktadır.)
Faruk: Ben
üstümü değiştirmek için içeri girince, ne olmuşsa olmuş. Polisler gelip, Nuri abiyle
İrina’yı alıp götürmüşler.
Osman:
Tutuklu yargılanacakmış herhalde.
Faruk:
Sadece naylon yokmuş ki, ihaleye fesat karıştırma, sahte evrakla işlem, rüşvet.
Yok yok anlayacağın.
Osman:
Aslında Nuri abi çok aklı başında bir insan. Nasıl bu işlere karıştı, anlamak
zor.
Faruk: Niye
zor olsun Osmancığım, kolay para, bol kazanç. Bütün parayla ilgili suçların
altında bu yok mu? Kolay yoldan zengin olma hayali.
Osman:
Kardeşim herkes zengin olmak ister. Ama haksız kazançla zenginlik doğru bir şey
değil. Bak bize. Aynı mesleğin mensuplarıyız ama üç kuruş için onca insanın
ağzının kokusunu çekiyoruz.
Faruk: Çok
Haklısın. Gerçi şu aralar biraz toparladık durumu ama üç beş aydır ne çektiğimi
ben bilirim. O sıkıntılarıma rağmen, haksız hukuksuz bir düşünce, aklımın
ucundan dahi geçmedi.
Osman: Yok
kardeşim, o işler bizlere göre değil. Ama ortalıkta bu tip insanlardan çok var.
Faruk:
Toplumun ahlak değerleri kaybolmaya başladı. İnsanlar, ben gemimi yürüteyim de,
geride kalanlar ne olursa olsun zihniyetinde. Voleyi vurmak için envayi çeşit
katakulli yapıyorlar. Kelepir arsa için orman yakan mı aramazsın, patates
püresinden kaşar peyniri, kiremitten kırmızıbiber yapan mı? Hormonlu sebzeler
meyveler, sahte içkiler, boyalı zeytinler, kloraklı peynirler. Ne ararsan var.
Osman: Ben
de en çok o sahte gıdacılara kızıyorum. Yahu kardeşim sen üç beş kuruş para
kazanacaksın diye bunca insanı zehirlemeye ne hakkın var. Geçtik helali haramı,
zerre kadar vicdanın yok mu senin?
Faruk: Ne
vicdanı, gözlerini para hırsı bürümüş, babasını tanımazlar.
Osman:
Aslında, çocuklarının torunlarının da geleceğiyle oynadıklarının farkında
değiller. Kirlenen doğa, zehirlenen çevre belki bir süre sonra onların
torunlarını da etkileyecek. Bir tane dünya var ve o dünya da hepimizin.
Faruk: Yine
başladın felsefeye.
Osman:
Haksız mıyım Faruk, para için geleceği satmaya değer mi?
Faruk:
Değmez tabi. Ama zahmetsiz nimet cazip geliyor insanlara.
Osman: Çok
acı ama maalesef öyle. Neyse Farukçuğum ben kaçayım artık.
Faruk: Otur
ya Osman daha erken. Kaçarsın. Ne güzel laflıyoruz.
Osman: Hanım
merak etmesin. Haber vermedim sana geliceğimi, telaşlanmasın. Bu arada, senin
durumlar ne alemde?
Faruk: Ne
alemde olsun, bildiğin gibi.
Osman:
Neriman Hanım’da pek inatçıymış. Aramadı mı hiç?
Faruk: Yok
aramadı, ben arayım dedim bir kere, telefonu suratıma kapattı.
Osman: Bence
bir çiçek yaptır git kapısına.
Faruk: Bende
düşündüm de, çiçekleri bana yedirmesinden korkuyorum.
Osman: Yok
canım o kadar da değil artık.
Faruk:
Bildiğin gibi değil Osman sen bilmezsin Neriman’ın inadını.
Osman: Bu
işin inadı olur canım, bir hata yapmışsın kırk yılın başı. Özür de dilemişsin.
O da bir büyüklük gösterip affetsin artık.
Faruk: bir aile
dostumuz var, onu koydum araya. Dur bakalım.
Osman:
Hayırlısı. Eh, Ben kaçıyorum artık, sana iyi geceler.
Faruk: İyi
geceler Osman. (Osman’ı yolcu eder.)
11. Tablo
(Ertesi Gün.
Rıza’yla Zarife masalarında çalışmaktadır. Faruk masasında, önündeki koltukta
Buse oturmaktadır. Baba kız konuşurlar.)
Buse: Akşam
Hüseyin amcalar geldi. İki saat dil döktüler ama dediğim dedik çaldığım düdük.
Faruk: Kızım
sen de bir şeyler söyle. Bak zerzebil oldum buralarda.
Buse:
Söylüyorum baba, söylemez miyim? Ama annemi biliyorsun, ne inatçıdır. Onun
inadının yanında, keçilere mülayim çelebi derler.
Faruk:
Bilmez miyim?
Buse: Gerçi
hoş, senin yaptığını da ne kadar savunabilirim, o da ayrı konu.
Faruk: Kızım
bir hatadır oldu işte. Uzatmanın manası yok. Allem et kallem et bitir bu
ayrılığı.
Buse:
Vallahi babacığım, ben kendi derdimle uğraşmaktan, sizin olayınıza pek
bakamıyorum işin açıkçası. Ekonomik durumumu düzeltsem, sizin olayı çözmek
kolay.
Faruk: Bak
bak sen. Rüşvet mi istiyorsun sen şimdi?
Buse: Yok
babacığım ya ne rüşveti? Ama durumları biliyorsun. Vallah arkadaşlar Burger
Link’e gidiyor, ben dışarıda oturup, onları camdan seyrediyorum.
Faruk: Vah
vah.
Buse: Dün
Ceren otobüse benim için Kentkartını okutmasa, eve yayan gidecektim.
Faruk: O
kadar kötü diyorsun yani.
Buse: Herıld
yani. Geçenlerde Edebiyat dersinde Hoca, konu anlatı için beni görevlendirdi…
Faruk: Eeee?
Buse: Konu
Victor Hugo’nun sefilleriydi. Hem ağladım hem anlattım.
Faruk: Yapma
be kızım. Bak ciğerlerim parçalandı şimdi.
Buse: Dalga
geçme baba ya. Vallahi sen bilirsin. Dün akşam, Hüseyin amcalar geliyor diye
annem bir yemekler yaptı, görsen parmaklarını yersin. Hünkâr Beğendi, yanına da
içli pilav, yoğurtlu patlıcan ezmesi, bir de fava. Tatlı olarak da künefe.
Faruk:
Tamam, tamam uzatma. Ne kadar istiyorsun.
Buse: (iki
işareti yapar)
Faruk: Yirmi
lira mı? İyiymiş.
Buse: Ne
yirmisi ya, yirmi liraya sakız alınmıyor. İki yüz, iki yüz Türk Lirası.
Faruk:
(Cüzdanından yüz lira çıkarır.) Soyguncusun kızım sen. Tamam, yarısı peşin,
yarısı da iş bitince.
Buse:
Eyvallah babişko. Görev en kısa zamanda ve başarıyla tamamlanacaktır.
Faruk: Hadi
bakalım göster hünerini. Sana güveniyorum. (Saatine bakar.) Oooo geç olmuş. bir
müşteriye uğrayacaktım, hadi beraber çıkalım. Sen geç kalmadın mı okula?
Buse: Yok
baba daha var. Hem ben burada Ceren’i bekliycem. Okula beraber gidicez.
Faruk: İyi
tamam o zaman ben çıkıyorum. Sizde oyalanmayın sağda solda, doğru okula.
(Zarife’ye) Zarife arayan olursa, bir iki saate dönerim.
Zarife:
Tamam Faruk abi söylerim.
Buse: (Cep
telefonuna sarılır.) Alooo, Cerenimo. Abicim görev tamam. Hasılatı kaptım,
partiye akabiliriz. Geliyon mu sen? İyi tamam bekliyorum o zaman, gel beraber
çıkalım.
Zarife:
Buse, sen okula gitmeyecek miydin?
Buse: Ne
okulu Zarife abla ya. Cumaya okullar kapanıyor. Bu saatten sonra, okulda
kimseyi bulamazsın. Herkes veda partilerinde.
Zarife: Veda
partisi mi? Kızım sen ikinci sınıfta değil misin? Benim bildiğim okulun son
sınıfında veda partisi yapılır.
Buse: O
eskidendi Zarife abla şimdi her sene, hatta sömestrlerde bile veda partisi
yapılıyor.
Zarife: Veda
bahane, eğlence şahane yani. Dersler nasıl peki? Karne de kırık var mı?
Buse: Kırık
mı? Bu nasıl bir Türkçe abi ya? Kırık ne demek? Hani bir sepet yumurtam var,
beş tanesi kırıldı, kaç tane kaldı? Onun gibi bir şey mi?
Zarife:
Buseeee dalga geçme. Yani kaç tane zayıf var? Sınıfta kalırsan, bu adama ne
cevap vericen?
Buse:
Sınıfta kalmak mı? Offf abi ya. Ablacığım, çağdaş eğitim sisteminden haberin
yok herhalde. Sınıfta kalma eskidendi. Şimdi sen istesen bile sınıfta
bırakmıyorlar. Öğretmenler Kurulu var, yükseltme sınavı var, sorumlu geçme var.
İte kaka geçiyorsun bir şekilde.
Rıza: Ne
güzel. Ben ilkokulu 7 senede bitirmiştim mesela, iki sınıfta çift dikiş attım.
Zarife:
Aslında çift dikiş kötü bir şey değil Rıza, daha sağlam olur.
Rıza:
İlkokul 7, Orta 4, lise 5. 16 sene, ooo ömrüm okumakla geçmiş ya.
Zarife:
Olsun Rızacığım hazmede hazmede okumuşsun işte, ne güzel.
Kazım:
(Girer. Elinde çay tepsisi) Eveeeet. Çaylarınız geldi.
Zarife: Ne
çayı oğlum, çay söylemedik ki biz.
Kazım:
Bunlar beleş abla, meesseseden.
Zarife:
Oooo, senin patron aştı kendini vallah. Hesabı kapatınca yağdırmaya başladı.
Kazım: Yok
abla ya, patronun haberi yok. Bunnar benim ikramım.
Rıza:
(Buse’ye bakarak) Annaşıldı, tamam.
Buse: Ya
Rıza abi sardırma şunu başıma ya. Kazım’cığım bak canım, cığımlı konuşuyom
seninle. Manyak mısın olum sen? Ne zaman babamın yanına gelsen, üç dakkaya
sende damlıyon. Bak bir gün babam fena benzetecek, söyleyim. Ayağını denk al.
Kazım: Ne
münasebet Buse hanım. Ne alakası var. Ben günde elli sefer geliyom buraya.
Zarife:
Geliyon da, çayları koymadan markaları koyuyon tepsiye. Ama Buse oldu mu,
çaylar, kolalar, meyve suları, envayi çeşit ikram. (taklit ederek) Meesseseden.
Kazım: Olur
mu ablacığım ya. Gönlümden koptu, iki çay getirdim sevabına. Biz çaycıyız abla
bizim ikramımız da çay olur, tek taş yüzük ikram edicek değilim zaar.
Buse: Tek
taş mı? Ne tek taşı ya? Olum tek taş kaç para biliyon mu sen? Gözünü satsan
alamazsın.
Kazım: İş
oraya gelsin bir çaresini buluruz Buse Sultan.
Buse:
İnanmıyorum abi ya. Oğlum ne çeşit bir sapıksın sen? Tek taşmış, ayarlarmış.
Ceren:
(Girer.) Hu hu, ben geldim. Herkese selam.
Buse: Nerde
kaldın abi ya, daral geldi resmen.
Ceren:
Nooldu ya? Bu gene mi burada?
Kazım: Vay
vay vay, Ceren Sultan da teşrif etti. Buse Sultan, Ceren Sultan, yahu Osmanlı
sarayına çevirdiniz burayı.
Zarife: Hoş
geldin Ceren.
Ceren:
Hoşbulduk Zarife abla, naaber? Nasıl gidiyo?
Zarife:
Nasıl gitsin işte, kör topal idare ediyoz.
Ceren: Süper
vallah.
Zarife: Ne
süperi kızım, kör topal diyorum.
Buse: Ceren
hiç oturma, hemen kaçıyoz, yoksa ben keçileri kaçırıcam.
Kazım: Dur
Buse ya, kız yeni geldi bir soluklansın. Ne bu acele?
Buse: Hadi
abicim hadi. Biraz daha kalırsam, katil olucam bu genç yaşımda. Zarife abla
görüşürüz, babama selam söylersin.
Zarife:
Söylerim kızım söylerim. Dikkat edin kendinize, içkiyi fazla kaçırıp,
dağıtmayın.
Buse: Rıza
abi görüşürüz.
Ceren:
Byeee.
Kazım: Yahu
kızlar nereye, daha karpuz kesecedik.
12. Tablo
(Akşam. Büroda
kimse yoktur. Faruk, diğer masada bir şeyler arar. Osman Faruk’un masasının
önündeki koltukta oturmaktadır. Yüzü mutfak tarafına dönüktür.)
Osman: Nuri
abinin duruşması ne zamanmış?
Faruk:
Vallahi biliyorum desem yalan, ama bir iki haftaya çıkar herhalde hâkim
karşısına.
Osman: Bunca
emek, bunca koşuşturma, her şey bir çırpıda uçup gitti. Ne için? Yazık değil
mi?
Faruk: Ne
için olacak, lüks yaşam sevdası için. (Aradığını bulamaz, geri gelir.) Yok.
Nereye koydular belli değil.
Osman: Ne
aradın sen?
Faruk: Bir makale
vardı. Bu yeni Türk Ticaret Yasasıyla ilgili. Fotokopi aldırmıştım çocuklara.
Ama yok bulamadım.
Osman:
Boşver. Ne diyordu yazıda?
Faruk:
Bizimle ilgili şeyler. Bu yasadan çok şey bekleyen muhasebeciler, fazla
umutlanmasınlar tarzında bir iki lakırdı.
Osman:
Vallahi Farukçuğum ben de çok umutlu değilim işin açıkçası. Mesleğin itibarı
artacak, daha çok kazanacağız diye umuyoruz ama kuş kadar hizmet bedellerini
ödemekte zorlanan mükellef, telaffuz edilen paraları nasıl ödesin?
Faruk:
Haklısın. Ne mükellefin ne de bizim istemediğimiz bir sürü angarya, gerçek
resim zımpırtıları. Kaç aydır gitmediğimiz seminer, almadığımız eğitim kalmadı.
Ne anladın desen, koskoca bir hiç.
Osman:
Kimsenin bir şey anladığı yok aslında. Hatta bütün bunları istediği de. Ama uluslararası
sermaye baronlarının, globalleşme adı altında dünyaya dayattıkları bir sistemin
sonuçları bunlar.
Faruk: Çok
haklısın. Bana göre bu yasanın iki maddesi amacını ortaya koyuyor. Biri
internet sitesi zorunluluğu, diğeri ise mali tabloların bu sitelerde yayınlanması.
Anlayacağın adamlar oturdukları yerden, dünyanın dört bir yanında kelepir
şirket arayacaklar.
Osman: Çoğu
aile şirketi. Kimse kolay kolay şirket hissesini satmaz, avuçlarını yalarlar.
Faruk:
Osmancığım bir şirketi ele geçirmek için illaki hisselerini almaya gerek yok.
Osman: Eeee,
nasıl olacak peki?
Faruk:
Bankalar. Krediler. Birini satın almanın en kolay yolu onu borçlandırmaktır.
Gırtlağa kadar borca batmış bir şirkete, benim diyebilir misin?
Osman: Doğru
söylüyosun.
Faruk: Kaç
tane banka kaldı elimizde? Özelleştirme safsatasıyla kamunun neyi var neyi yok
satıldı. Geriye sadece ülke insanın elinde avucundakiler kaldı. Onları da aldın
mı, geriye ne kalır? Ülkeler artık savaşlarla işgal edilmiyor, satın alınarak
el değiştiriyor. Yeni Türk Ticaret Yasası falan değil bu, Sevr’in rövanşı.
Silahla alamadıklarını, parayla satın alacaklar.
Osman: Bana
felsefeci diyene bak.
Faruk:
Bunları görmek ve söylemek için alim olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz
istemez. Bu işin makyajını da bize yaptıracaklar. Muhasebecilere.
Osman: Yerel
taşeronlar yani.
Faruk: Aynen
öyle, çayın taşıyla çayın kuşunu vurmak diye bir deyim var ya, işte ondan. Aslında
pek çok kişi de bu gerçeklerin farkında ama herkes kendi derdine düşmüş.
Baştaki büyükler bizim yerimize düşünür deyip çekiliyorlar kenara.
Osman:
Aslında haksız da sayılmazlar, bu öyle büyük bir dalga ki, önünde durmak
imkansız.
Faruk: Ne
yazık ki öyle.
Osman: Kendi
derdin demişken senin iş ne durumda? Neriman’la yani?
Faruk: Eli
kulağında, bugün yarın çözülecek gibi.
Osman:
Vallahi tebrik ederim Neriman’ı, bu kadar inat, keçi de yok yahu.
Faruk: Öyle,
öyle. Ama Hüseyin abi bir yandan, Buse bir yandan ciddi ilerleme kaydettik.
İkna çalışmaları sonuç verecek gibi.
Osman: Hadi
hayırlısı. Gereğinden fazla uzadı zaten. Neriman’da iyi niyet gösterip, bu
adımlara cevap versin artık.
Faruk:
Verecek, verecek. Buse’yi araya sokunca, kale içerden ciddi bir hasar aldı.
Anlıycaan yakında sancağı dikeriz burçlara.
Osman:
Vallahi çok sevinirim. Seni böyle sersefil görmek hoşuma gitmiyor.
Faruk: Bir yandan
da iyi oldu aslında, birbirimizin kıymetini anladık.
Osman: Orası
öyle. Ama hiç olmasa daha iyiydi. Neyse olur böyle şeyler. Farukçuğum ben
kaçayım yavaş yavaş, bizimki de huysuzlanmasın şimdi.
Faruk: Tamam
Osmancığım. Görüşürüz
Osman: İyi
haberlerini bekliyorum.
Faruk: Sen
hiç merak etme. Haber veririm mutlaka. (Geçirir.)
13. Tablo
(Büroda, Faruk
masasında çalışmaktadır.)
Muhittin:
(Girer. Geç kalmıştır. Çekinerek) Günaydın Faruk abi.
Faruk:
Günaydın mı? Oğlum saat on olmuş günaydın mı olur, bu saatte. Olsa olsa iyi
akşamlar olur. Nerde kaldın?
Muhittin:
Abi sorma ya, başıma neler geldi.
Faruk: Allah
Allah, neler geldi? Anlat bakalım.
Muhittin:
Abi, alarmı duymamışım, geç kalktım biraz. Telaşla hazırlanıp, attım kendimi
durağa. Baktım millet sırada, otobüs de doldu dolacak. Çaktırmadan kuyruğa ön
taraftan kaynak yapıp daldım otobüse. Otobüs hınca hınç dolu, iğne atsan yere
düşmez yani.
Faruk:
Eeeee?
Muhittin:
Altınyol’a kadar geldik öyle sıkış tepiş. Tam o esnada otobüsün ortasından bir
bayan bastı feryadı.
Faruk: Taciz
falan mı?
Muhittin:
Anlamadık önce. Kadının feryatlarından ne söylediği pek anlaşılmıyordu. Sonra
sonra çıktı ortaya, kadının çantasından cüzdanını çalmışlar.
Faruk: Yapma
ya. Ne oldu sonra?
Muhittin: Ne
olacak, kadın şoföre, “sakın kapıları açma, doğru karakola çek” dedi. Şoför de,
bastı gaza doğru Alsancak Karakoluna. bir otobüs insan doluştuk karakola.
Bağıranlar mı aramazsın, ağlayanlar mı? Curcuna yani.
Faruk: Bulundu
mu kimin çaldığı.
Muhittin: Ne
çalınması abi, Kadın evde unutmuş cüzdanı.
Faruk: Ne?
Muhittin:
Uyku mahmuru tabi, cüzdanı çantada bulamayınca çalındı diye basmış feryadı.
Kızı arayınca cepten, öyle haberi oldu. Yoksa daha saatlerce bekleyecektik
orda.
Faruk:
Sabahın köründe işine gücüne giden insanlara yapılacak şey mi bu. İyice emin
olmadan onca insan töhmet altında bırakılır mı? Şikâyetçi olmadılar mı
kadından?
Muhittin:
Olmazlar mı abi, önce herkes üzerine yürüdü kadının. Polisler araya girmese
harbiden karakolluk olacaktık yani. Sonra biz bu kadından şikayetçiyiz diye
dilekçe falan verdiler. Ben şikayetçi değilim dedim, sıyrıldım aradan.
Faruk: Olur
böyle şeyler. İnsanlar çeşit çeşit.
Muhittin:
Her Allahın günü otobüslerdeyim ya abi, daha nelerle karşılaşıyorum bir bilsen.
Mesela bir seferinde gençten bir kız, hamile. Yürümekte zorlanıyor. Orta yaşlı
bir adam hemen atladı yer verdi kadına, o kalabalıkta. Kadın oturmaya
çalışırken ne oldu biliyo musun?
Faruk: Ne
oldu?
Muhittin:
Kadının karnı pat diye yere düştü.
Faruk: Karnı
mı düştü, bebek olmasın lan o?
Muhittin: Ne
bebeği abi nur topu gibi bir yastık.
Faruk:
Yastık mı?
Muhittin:
Yastık ya, hem de dantelli falan. Kadın işin kolayını bulmuş. Evden çıkarken,
geçiriyo yastığı karnına. Hamile hesabı yani. Karşıyaka’dan Üçkuyular’a kadar
gel keyfim gel.
Faruk: Yuh
be bu kadar da olur mu ya?
Muhittin: Bunlar
bir şey değil abi, daha neler var neler. Otobüs maceraları, resmen roman olur.
Faruk:
Tamam, tamam bırak şimdi romanı momanı, mükelleflerden evraklar toplanacak,
çıkıyosun hemen.
Muhittin:
Abi bir çay içseydim ya, sabah sabah afyonum patlamadı vallah.
Faruk:
Mükellefte içersin. İşimiz çok Muhittin, oyalanma çık hemen.
Muhittin:
Çocuklar nerde abi?
Faruk: Onlar
da dışarıda. Rıza sicile, Zarife de sigortaya gitti.
Muhittin:
Tamam abi kaçtım ben o zaman. (Buse girer, kapıda karşılaşırlar.) Buse, Hoş geldin.
Buse: Hoş
bulduk, hoş bulduk. (Muhittin çıkar.) Günaydın baba, müjdemi isterim.
Faruk:
Günaydın kızım. Hayırdır, ne müjdesi?
Buse:
Seninkiler merdivende. Annemle, anneannem. Sana geliyolar, barışmaya.
Faruk:
Annenler mi? Barışmaya mı?
Buse: Evet
baba, annemler. Allem ettim kalem ettim, ikna oldu sonunda. Az sonra ateşkesi
imzalarsınız.
Faruk: Sen
ciddi mi söylüyosun?
Buse: Evet
baba yeminle, şimdi damlarlar. Görev başarıyla tamamlanmıştır. Sözleşme gereği,
kalan taksiti rica edeyim.
Faruk: Dur
bir ya, karıştırma şimdi taksiti maksiti. Neriman barışmaya geliyo öyle mi?
Buse: Evet
baba ya. Merdivendeler diyorum sana. Bak sayıyorum, beşe kadar girerler
kapıdan. Bir, iki, üç, dört ve beeeşşşş.
Kazım:
(Kapıdan girer.) Eveet, Faruk abimin çayı geldi.
Faruk: Çay
mı? Ne çayı?
Kazım:
Sanıyorum Rize abi.
Faruk: Dalga
geçme lan, ben çay istemedim ki.
Kazım: Buse
içer o zaman.
Faruk: Buse
mi? Ben sana ne dedim lan? Buse buradayken, buraya girmek yok demedim mi?
Kazım: Buse
mi? Aaaa Buse gelmiş, sen ne zaman geldin? Görmedim vallah.
Faruk: Çay
falan istemiyoruz. Al o çayı, hemen toz ol. Bir daha da Buse’nin on metre
yakında görmücem seni.
Kazım: Tamam
abi ya ne kızıyon. Naapıcam ben senin sümüklü kızını?
Buse:
Sümüklü mü?
Faruk: Bak konuşuyo
hala, ulan ben senin şimdi… (Buse araya girer. Kazım kaçar. Kapıda Neriman’la
karşılaşırlar.) Neriman?
Neriman:
Faruk bey. Bakıyorum hiddetli bir karşılama töreni hazırlamışsın.
Faruk: Hoş
geldin hayatım. Kusura bakma, edepsiz çaycı… (Sarılmaya çalışır.)
Neriman:
Fazla samimiyete gerek yok, konuşmaya geldik. Geç anne.
Faruk:
(Kayınvalidesinin elini öpmeye çalışır. Valide huysuzca elini çeker.)
Kayınvalideciğim hoş geldiniz.
Kayınvalide:
Damatttt, çok edepsiz çıktın sen, çoook.
Faruk: Öyle
söylemeyin anneciğim ya, inanın ben de çok pişmanım.
Kayınvalide:
Anne deme bana, anne deme. Gül gibi kızımı yataklara düşürdün, hasta ettin. O
affetse ben affetmem seni artık.
Neriman:
Tamam anne, tamam. Sinir olmaya değmez. Geç otur söyle. (Faruk’un masasının önüne
otururlar.) Vallahi şu kız olmasa…
Faruk: Öyle
söyleme hayatım ya. Şeytana uyduk işte, yaptık bir cahillik. Yoksa ben senin
üstüne gül koklar mıyım?
Neriman:
Gördük Faruk Efendi kokladığın gülleri. Gül de gül olsa, kaktüs mübarek.
Kayınvalide:
Hiç utanmadın di mi damat, gül gibi karın dururken o devedikeniyle aşna
fişneye?
Faruk:
Kayınvalideciğim, lütfen. Siz büyük olarak, olayı yatıştıracağınıza, ateşe
körükle gidiyonuz.
Neriman:
Yalan mı söylüyo kadın?
Faruk: Ama
babam da zamanında az kaçak kesim yapmamış. Anlatırdı rahmetli.
Neriman:
Babamı karıştırma şimdi. Buradan yandaş bulamadın, ahretten taraftar mı
topluyon?
Faruk: Yalan
mı hayatım. Zampara adammış baban. Anlatırdı, zamanında az pavyon kapatmamış.
Neriman:
Faruuukkk.
Kayınvalide:
Boyu devrilsin o mendeburun. Ahhh, ah, bir gün yüzü göstermedi bana. Ben saçımı
süpürge ettim, o naaptı? Paraları pavyon köşelerinde orospularla yedi. Ah, ah.
Neriman:
Anne tamam, bak çocuğun yanında. Faruk sen de eski konuları açıp durma, vallahi
çekip giderim bak, ona göre.
Faruk: Tamam
hayatım tamam.
Kayınvalide:
Ben evde çoluk çocukla uğraşırdım, o ise kim bilir nerelerde? Şimdiki gibi cep
telefonu da yok, arayıp sorasın.
Neriman:
Anne, tamam dedim.
Kayınvalide:
Ay ne bileyim eski günler geldi aklıma. Düşündükçe tansiyonum fırlıyo. Bak fena
oldum yine.
Faruk:
Kayınvalideciğim isterseniz odaya geçip dinlenin biraz.
Neriman:
Senin odalar doludur şimdi, nasıl geçsin kadın?
Faruk:
Neriman yine başlama. bir hatadır oldu diyorum sana.
Neriman:
Hataymış, sen elin orospularıyla gününü gün et, sonra da bir hatadır oldu de.
Oh ne ala memleket.
Faruk:
Hayatım çocuğun yanında, lütfen. Buse sen al anneanneni odaya geçin hadi.
Buse: Gel
anneanne gel. Televizyonu açayım sana. Sabah şekerleri başlamıştır.
Kayınvalide:
Geçelim kızım geçelim. (Odaya girerler.)
Neriman: Çok
kırdın beni. Senden hiç beklemezdim.
Faruk:
Aslında biliyor musun ben de kendimden hiç beklemezdim.
Neriman: Ne
demek bu şimdi? Zorla mı yaptırdılar yani, elini kolunu mu bağladılar? Büyü mü
yaptılar yoksa?
Faruk: Yok o
anlamda değil. Aldatmak… İhanet etmek, insanın çok da isteyerek yapacağı bir şey
değil aslında.
Neriman:
Eeee?
Faruk: Eee
si, bu bir açığı kapatmak için başka bir yerden açık vermek gibi bir şey.
Neriman:
Açık derken?
Faruk: Eksik
olan şeyleri tamamlama ihtiyacı diyelim ona.
Neriman:
Neyimiz eksik Faruk? Evimiz, arabamız, mutlu bir ailemiz, sağlıklı bir
çocuğumuz. Her şeyimiz var. Eksik olan ne?
Faruk: Eksik
olan… Aslında eksik olan bir şey de yok.
Neriman:
Eeee, o zaman sorun nerde?
Faruk: Sorun
insanın doğasında.
Neriman: Laf
ebeliği yapma. Ne demek bu şimdi?
Faruk: İnsan
çok ilginç bir yaratık. Daha doğrusu yaratılmışların içinde en ilginci.
Neriman: Onu
biliyoruz.
Faruk: Bir
hayvan tekrarlarla dolu bir hayat yaşar. Örneğin bir aslan. Kalkar avlanır,
avını yer, tekrar yatar. Kalkar avlanır, yatar. Karnı acıktıkça avlanır, uykusu
geldikçe yatar. Tüm bunları bir ömür boyu tekrar eder, ama hiç sıkılmaz. Çünkü
onun kodu, genetiği buna kurulmuştur. Acıktıkça yer, yoruldukça uyur. “Bıktık
artık antilop yemekten gidip öbür tarafta domuz avlayalım” demez hiç. Çünkü
onun tek bir yaşam amacı vardır, karnını doyurmak. Yediğinin çok önemi yoktur.
Neriman: Yani
benden sıkıldın, onu mu demek istiyorsun?
Faruk:
Kestirip atma hemen. Demek istediğim şu; insanı hayvandan ayıran, fiziksel
varlığının ötesindeki ruhsal varlığıdır. İnsanın duyguları, düşünceleri
bedenine hükmeder. Hayvan gibi fiziksel varlığının hükmettiği duyguları yoktur.
Neriman:
Yani?
Faruk: Yani
bir insanın, onu mutlu etmiyorsa yediği, içtiği ya da yaptığı şeyin çok önemi
yoktur.
Neriman:
Lafı bir yere getirecen ama dur bakalım.
Faruk: Bir yere
varmaya çalıştığım falan yok. Yaşadığımız şeyin nedenini anlatmaya çalışıyorum
sana.
Neriman:
“Beni mutsuz ediyorsun” diyerek mi?
Faruk: Öyle
bir şey demedim ben. Benim anlatmaya çalıştığım; eksik olan bir şey yok
aslında. Eksik olan, sahip olduğumuz şeylerin etkisini kaybetmiş olması, ilk
başlardaki heyecanı vermemesi.
Neriman:
Heyecan arıyordun buldun yani. Bir iki makyaj, bir iki açık saçık kıyafet,
ayaklarını yerden kesti öyle mi? Bu mu çektirdiğin sıkıntıların özrü? Tebrik
ederim seni. Özrün kabahatinden büyük!
Faruk: Hemen
kestirip atma ne olur. Bir şey aradığım falan yoktu benim. Şeytana uydum, bir
hata yaptım. Ve bundan da çok pişman oldum.
Neriman:
Pişmanlık, yeni bir başlangıç için iyi bir yoldur.
Faruk:
İstersek yeniden kurabiliriz her şeyi, sil baştan.
Neriman: Çok
kırıldım, kadınlık gururum incindi. Nasıl onarırım duygularımı bilmiyorum.
Faruk: Ben
incinmedim mi sanıyorsun. Üzülmedim mi?
Neriman:
Aldatılmak çok derin bir yara. Nasıl iyileşir bilmiyorum.
Faruk: Biraz
zaman. Biraz zaman senden istediğim. (Kalkar. Neriman’ın omuzlarından tutar.)
Biraz zaman verirsen bana, her şeyi unutturur, affettiririm kendime sana.
Neriman:
Biliyorum. Benimde hatalarım var, eksiklerim. Evin telaşlarına düşüp, sana
gerekli ilgiyi gösteremedim. Ama cezası bu olmamalıydı.
Faruk: İstersek
yapabiliriz. Yeniden başlayabiliriz, ilk günkü gibi.
Neriman:
(Kalkar, Faruk’a döner.) Omzumda koca bir evin yükü vardı, tutamadım ellerini.
Faruk: Hadi
gel, unutalım her şeyi. Yeniden başlayalım.
Neriman:
Unutalım. Yeniden başlayalım. (Sarılırlar.)
Buse:
(Odadan çıkar.) Oooo, maşallah. Çifte kumrulara bak sen. Babacığım görev
tamamlandığına göre kalan bakiyeyi rica edeyim.
Neriman:
Bakiye mi? Ne bakiyesi?
Faruk: Yok
bi şey hayatım, önemli değil.
14. Tablo
(Sahnenin orta
önünde temsili bir mahkeme salonu. Işık yerel olarak burayı aydınlatır.
Herkesin yüzü seyirciye dönüktür. Arkada yüksek bir kürsü ve bir sandalye, önde
ise üç adet sandalye vardır. Ortadaki sandalyenin önünde bir alçak bir
parmaklık bulunmaktadır. Ortadaki sandalye de Nuri, diğerlerinde savcı ve
avukat, kürsüde ise hakim oturur. Oyuncular bütün konuşmaları seyirciye
yaparlar.)
Avukat: Yüce
mahkemeniz önünde ifade etmek isterim ki, kendisine yöneltilen tüm suçlamalar
haksız ve yersiz olup, müvekkilim Nuri Göynüklü masumdur. Kendisi ticari
faaliyetle uğraşan bir müteşebbistir. İştigali sebebiyle yapmış olduğu işlemler
neticesinde, şayet kanunun suç saydığı bir durum ortaya çıkmışsa, bu onun kasti
fiili neticesinde olmamıştır. Çünkü kendisi çevresinde sevilen ve sayılan bir
iş adamıdır. Yıllarca çabalayarak meydana getirdiği yüksek itibarını, maddi
menfaatler için, içe sayacak bir insan değildir. Kanaatimiz odur ki, huzurunuza
sunulan tanık beyanları ve deliller, müvekkilimin ticari itibarını zedelemek
için rakipleri tarafından hazırlanan bir komplonun ürünüdür. Üzerine atılan
mesnetsiz suçlamaların reddedilmesini ve müvekkilim Nuri Göynüklü’nün serbest
bırakılmasını talep ederiz.
Savcı: Yüce
mahkemeniz huzuruna sunulan deliller ışığında, sanığın iddianamede belirtilen
fiilleri maddi menfaat karşılığı işlediği çok açık görülmektedir. Savcılığımız
talimatıyla güvenlik birimlerince yapılan takip ve tespitler görüntülü kamera
kayıtları şeklinde tarafınıza sunulmuştur. Bu görüntülerde sanığın atılı suçları
bilerek ve isteyerek işlediği açıkça görülmektedir. Ayrıca yapılan bilirkişi
incelemeleri neticesinde sanığın bu fiiller nedeniyle sebepsiz zenginleştiği
tespit edilmiştir. Sahtecilikle ilgili yapmış olduğu eylemleri de, gerek karşı
inceleme tutanakları, gerekse belge asılları olarak tarafınıza sunulmuştur.
Sanığın iddianamede belirtilen fiilleri için, Türk Ceza Yasasının ilgili
maddeleri gereğince cezalandırılmasını talep ederiz.
Nuri:
(Şiddeti düşerek) Yalan!... Yalan!... Hepsi iftira. Ben masumum. Masumum ben. Masumum…
(ağlar.)
Hakim:
(Babacan bir sesle) Bak evladım. Seninle bir hakim olarak değil bir abin, bir
büyüğün olarak konuşuyorum. Sen ne kadar inkar etsen de, her şey apaçık ortada.
Sen de ışıklı bir hayatın büyüsüne kapılmışsın, bu çok belli. Kolay para
kazanıp hesapsızca harcamak için, gül gibi mesleğini bir kenara bırakmışsın.
Senin gibiler o kadar çok ki ortalıkta, saymaya kalksan sayamazsın. Kimileri
gelir karşımıza böyle senin gibi, ama pek çoğu sıyrılır gider aradan. Zaten bu
işler cezayla mezayla çözülmez. Çözülse sabıka kaydı diye bir şey olmazdı. Adli
sicil yani. Adamın çetelesini tutuyorsun, kaç tane suç işlediğini. Nadim olsa
bir daha suç işler mi? Çözüm cezada değil vicdanda, şuurda. Sana verebileceğim
ceza belli. Ben beş veririm, ikisi infazdan gider, birisi aftan. Bir iki sene
yatar çıkarsın anlayacağın. Sonra? Asıl sonrası önemli. Sonra onurunla kazanıp,
gururunla yemeği öğrenebilecek misin? Bilecek misin, haksız kazancın ruhsuz bir
beden olduğunu? Anlayacak mısın, alın teri ile sulanmayan bir lokmanın, çiğ bir
etten farksız olduğunu? Asıl olay bu, gerisi hikaye… Yaz kızım, sanık Nuri
Göynüklü’nün…
PERDE
--- BİTTİ ---
Yazan: Cumhur AY
– İzmir, 2012

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder