7 Aralık 2012 Cuma

Tirad: Ayrılık Olmasın


Tirad: AYRILIK OLMASIN
Yazan: Cumhur Ay

Erkek: (Ayağa kalkar. Seyirciye doğru yürür. Işık kararır. Lokal ışık erkeği aydınlatır.) Bir odadaydım ben, küçük ve sevimli. Duvarları kum beji, doğramaları kahve. Mutluluklar çerçevelenmişti duvarda. Bir kız gülümsüyordu yanı başımda. Dalga dalga saçları, parmaklarımın ucundaydı. Gözlerindeki ışık, düşlerimi, umutlarımı aydınlatıyordu. Bir odadaydım ben, her köşede bir hatıra, her hatırada buruk bir tat. Halının ucunda kör bir hıçkırık düğüm olmuş gözyaşlarıma. Saatin arkasına saklanmış bir kahkaha, hınzır mı hınzır. Kavgaları umutlar süpürmüş, mutluluklar darmadağın ortalıkta. Bir odadaydım ben… sıcak ve sakin. Akşam çayı sobanın üstünde, bir bebek ayaklarımda. Ninniler asılı perdeye, gaz sancıları uykusuz gecelere gebe. Pervazlara takıldı ilk adımlarım, dizlerim yara bere. Bir odadaydım ben, uyuyordum. Duvarlar geldi üstüme, kalbim nefes nefese. Korktum. Karanlık dolandı sonra ayaklarıma, kapattı gözlerimi. Bir ışık aradım, bir çift gözü güneş sandım.
Kadın: (Erkeğin yanına yürür.) O odadaydım bende. Gözlerim kapalı, seni aradı ellerim. O kahkahaları ben de duydum. Çınladı kulaklarımda. Ama telaşlarım… Telaşlarım karanlığa itti beni. O odadaydım bende, ben boyadım duvarlarını. Fırçayı düşlerimde ıslattım. İlmik ilmik dokudum yalnızlığımı odanın ortasına. Görmedin, basıp geçtin. Omuzlarımda koca bir evin yükü, tutamadım ellerini. O odadaydım bende. O saçları ben taradım, gözyaşlarımla. Ben süpürdüm acıları, dertleri sabırla. Bir tutam sevgiyle yürüttüm, uykusuz geceleri yorgun sabahlara. O odadaydım bende, uyuyordum. Ayrılıklara açıldı göz kapaklarım. Korktum.
Erkek: Yalnızdım, kuytuların alaca karanlıklarında. Gölgeler yansıdı aynadaki aksime, korktum. Sesini aradım el yordamıyla. Tenini… Nefesini... Orta yaşın bekleme salonunda, beyaza boyarken saçlarımı, hıçkırıklara boğuldum. Saatler vardı. Saatler vardı dört bir yanımda. Geç kaldım. Seni aradım… Seni aradım bir teknenin dümeninde. Seni sordum istiridye kabuklarına. Yalnızdım. Bir fener gördüm yakamozda, telaşlandım. Sonra deli bir poyraz uçurdu umutlarımı, üşüdüm.
Kadın: Telaşlıydım. Koşar adım yürüdüm, yaprakların üstünden. Bir güz yağmuru kollarımdaydı, yorgundu. Bir su birikintisinde bıraktım hayallerimi, geç kaldım. Aceleci bir vapur ayrıldı limandan. Yetişemedim. Adımlarıma özlemlerimi geçirdim, kurşuni sokakların köşesinde. Koşturdum. Sonra bir martıyı sevdim, eski bir yalının balkonunda. Tüyleri ışıl ışıldı. Ve sıcaktı kanatları, ıslaktı. Kaydı ellerimden karanlıklara, tutamadım. Oysa ne çok beklemiştim, ne çok sevmiştim onu. Bir lodosta uçurdum hayallerimi bulutlara. Ve tuzlandı dudaklarım. Ve ıslandı yanaklarım, üşüdüm.
Erkek: (Birbirlerine dönerler.) Hadi, yeniden kuralım köşkümüzü. Çiçeklerle süsleyelim, odamızın her köşesini. Var mısın? Var mısın, ısıtmaya gecelerin ayazını, yudum yudum sevgiyle. Hadi. Hadi, açalım penceremizi aydınlık sabahlara. Var mısın?
Kadın: Varım. Varım, yeniden çizmeye umutlarımızı duvarlara. Varım, gökyüzünü yeniden boyamaya, düşlerimizi perdelerin yerine asmaya. Varım. Varım. Varım. (Sarılırlar.)

PERDE

İzmir - 2013
İzin ve Bilgi için

Skeç: Masajınız Var


Skeç: MASAJINIZ VAR
Yazan: Cumhur Ay

Dekor: Sahnenin solunda, bir muhasebeci bürosu; iki masa ve muhtelif büro aksesuarları, sahnenin sağında ise masaj salonu; önü kapalı bir kabul masası, önünde sandalyeler, yanında paravanla ayrılmış bir masaj masası.

(Işık sahnenin solundaki muhasebe bürosunu aydınlatır. Soldaki masada bir eleman çalışmaktadır. – masa boş olabilir - Diğer masanın önünde bir kişi, masanın arkasındaki ile konuşmaktadır.)

Kamil: Yemin ediyorum bırakıcam bu mesleği.
Necip: Hoppala nerden çıktı şimdi bu?
Kamil: Görmüyo musun abi rezilliği. Her Allah’ın günü yeni bi şey. Bak yeni KDV tebliği yayınlamışlar. Tevkifat uygulaması değişmiş yine.
Necip: Okudum, okudum. Haberim var.
Kamil: Bu ne ya, yapboz tahtası gibi. Daha yeni değişmemiş miydi bu?
Necip: Evet, üç dört ay önce falan. Belki o kadar bile olmamıştır.
Kamil: Onu beceremedik, yenisini yaptık. İşin yoksa bütün gün Resmi Gazete oku.
Necip: Bereket şimdi internet var da, her değişiklikten anında haberimiz oluyor. Eskiden bilmiyo musun ne çekerdik, mevzuat föyleriyle?
Kamil: Bilmez miyim. Ne çileydi be. Dört delikli, onlarca kitap. Onu çıkar bunu tak, bunu çıkar onu tak. Haftada bi günümüzü o işe ayırırdık.
Necip: Tabi tabi. Hele bi de torba bi yasa çıktı mı, vay haline.
Kamil: Of ki ne of. Deste deste föy gelir, bütün kitaplar elden geçerdi. İşin ucunu bi kaçırdın mı ayvayı yedin.
Necip: Bi keresinde, iki üç haftalık biriktireyim dedim de, gül gibi hafta sonum mevzuat yerleştirme uğruna heder oldu.
Kamil: O günler geçti de, mevzuatın yükü azalmadı bi türlü. Resmi Gazete bi gün boş geçmiyo ki. Kanunudur, tebliğidir, mutlaka meslekle ilgili bi şeyler bulunuyor.
Necip: Eeee, her mesleğin kendine göre zorlukları var. Bizimkinin de bu.
Kamil: Haklısın da, bazen canıma tak ediyo. Mevzuatı geçtim, bi yandan mükellefle uğraş, bi yandan sigortasıyla, vergi dairesiyle. Herkesin ağzının kokusunu biz mi çekicez abi?
Necip: Çekilir o sorun değil de, bi de şu tahsilatlar düzgün yürüse.
Kamil: Onu gene hiç söyleme. Bu kadar koşturuyoruz ama iş paraya geldi mi, herkeste bi karış surat. Haraç almıyoruz ki kardeşim, hakkımızı istiyoruz.
Necip: Senin de çok var mı alacak?
Kamil: Olmaz mı abi. En az birer ikişer aylık içerdeyiz. Kimisinden de altı yedi aylık.
Necip: Bende de durum aynı. Şöyle adam akıllı bi bütçe yapamıyoruz.
Kamil: Bütçe yapsan ne olur, giderler fiks ama gelir ayağı hep kısa kalır bütçenin.
Necip: Tahsilat demişken, bi mükellefe uğrayacaktım, çıkayım da ona uğrayım bari. Belki üç beş bi şeyler alırız.
Kamil: Bi şeyler içmedik daha. Bi çay söyleseydim.
Necip: Yok çok geç olmadan gideyim ben. Başka zaman içeriz.
Kamil: Ben buradayım daha. BABS’leri göndereceğim.
Necip: Sana kolay gelsin o zaman. Ben kaçtım hadi eyvallah.
Kamil: Güle güle.
(Sahnenin solu kararır, sağ tarafı aydınlanır. Kabul masasında bir kadın ağzında sakız, tırnaklarını törpülemektedir. Masanın üstünde “Relax Masaj ve Güzellik Salonu” yazmaktadır.)
Necip: (Rukiye’ye) Hayırlı işler.
Rukiye: Buyrun.
Necip: Şey için gelmiştim ben.
Rukiye: İsim alayım.
Necip: Necip.
Rukiye: Ne vardı sizin. Masaj mı? Makyaj mı? Balyaj mı?
Necip: Ne makyajı ne balyajı hanfendi? Ben… Ben şey için gelmiştim.
Rukiye: Epilasyon mu yoksa?
Necip: Epilasyon derken?
Rukiye: Vücut? Kol bacak? Ya da…?
Necip: Ne kolu, ne bacağı ya.
Rukiye: Beyefendi burası Masaj ve Güzellik Salonu. Siz ne arzu etmiştiniz?
Necip: Ben… Ben şey istemiştim… Mahmut beyi.
Rukiye: Mahmut’u mu? Mahmut bey meşgul şu anda. Ne vardı, ben yardımcı olayım.
Necip: Kardeşim muhasebeciyim ben. Tahsilat için gelmiştim.
Rukiye: Haaa… Ona ben bakmıyorum.
Necip: Tamam işte ben de Mahmut beyi istiyorum. Söyleyin gelsin de görüşelim bi.
Rukiye: Oldu o zaman, ben haber veriyim kendisine. (içeri girer, birkaç saniye sonra Mahmut’la beraber geri gelir.)
Mahmut: Oooo, Necip bey hoş geldiniz.
Necip: Hoş bulduk, hoş bulduk.
Mahmut: Kusura bakmayın. Masajdaydım ben de.
Necip: Asıl siz kusura bakmayın, böyle işinizin gücünüzün arasında rahatsız ettim.
Mahmut: Yok canım rahatsızlık mı olurmuş, buyurun oturun şöyle.
Necip: Hiç oturmasam… Fazla vaktinizi almıycam. Ben şey için gelmiştim…
Mahmut: Vaktimiz bol. Müşteri iyice mayıştı zaten. O yata dursun, biz soğuk bi şeyler içelim.
Necip: Zahmet etmeseydiniz…
Mahmut: Ne zahmeti yahu. (Rukiye’ye döner) Rukiye kızım bize kola neyin soğuk bi şeyler getir.
Rukiye: Tamam Mahmut bey. (Kola getirmeye gider.)
Mahmut: Size nasıl yardımcı olabilirim Necip bey?
Necip: Vallahi… Mahmut bey… Durumları biliyosunuz. Bayağı bi muhasebe ücreti birikti içerde. Ben mümkünse bi miktar tahsil etmek istiyorum.
Mahmut: Necip beyciğim siz de bizim durumları biliyonuz. Vallahi 20 yatak kapasiteli koskoca tesis açtım buraya. İnanır mısın, içerde sadece iki yatak dolu. Biri bende, biri elemanda. Diğer elemanlar, bütün gün çekirdek çitletiyo.
Necip: Vallahi sizde haklısınız da, bizim masraflar da diz boyu.
Mahmut: Haklısın, haklısın, sana bi şey demiyom ben. Açmışsın dükkanını, tabii defterini tutçan paranı alcan. Ama yok işte. Olsa, yemin billah konuşturmam seni, kapatırım bütün hesabı.
Necip: Aralık ayındayız yahu, hiç olmazsa Haziranın ücretini alsaydım.
Mahmut: Olsa, olsa dükkan senin. Yeminle, elemanların maaşlarını bile düzenli olaraktan ödeyemiyom. Hepsinin üç beş ay alacağı var içerde.
Necip: Doğrudur Mahmut bey ama benim de yapacak çok fazla şeyim yok inanın.
Mahmut: Aslında şöyle bi şey yapabiliriz.
Necip: Nasıl bi şey?
Mahmut: Şindi ben sana ayda ne kadar ödüyom (Necip şaşkınlıkla bakınca) yani aylık ne kadar ödemem gerekiyo?
Necip: Yüz elli.
Mahmut: Ha yüz elli. Benim burada masaj ücreti ne kadar, happy end’siz.
Necip: (Bilmiyorum anlamında dudak büker, ellerini açar)
Mahmut: Yetmiş beş.
Necip: Eeee?
Mahmut: Eeee’si şu. Sen benim defterleri tutcan, ben sana ayda iki kez masaj yapçam.
Necip: Olur mu öyle şey canım. Mübadele mi yapıcaz artık.
Mahmut: Vallahi ben teklifimi yaptım.
Necip: Ama olmaz ki böyle. Ben şimdi peynirciden peynir, turşucudan turşu mu alacım artık. Hadi onları anladım da, yem bayisi mükellefim var benim. Hayvan yemi satıyo. Onu kime yedireyim ben evde. Hanım da yemez çocuklar da.
Mahmut: Yahu Necip bey abartma Allah aşkına. Hem sizin işleri biliyom ben. Bütün gün böle bilgisayar başında. Kulunçlar ağrı yapmıyo mu hiç?
Necip: Ağrımaz mı? Bazen geceleri uyuyamıyorum, boynumun sırtımın ağrısından.
Mahmut: Ha bak geldin mi lafıma. Ayda iki kez gel buraya, pamuk gibi yaparım ben seni.
Necip: Vallah bilmem ki nasıl olur?
Mahmut: Olur olur, pek bi güzel olur. Bütün stresin gider, verimliliğin artar. İstersen ilk taksite bugünden başlayalım.
Necip: Bugün mü?
Mahmut: Evet bugün. Hadi hemen geç odaya, soyun. Ben göndereyim masörü. Ukraynalı mı istiyon? Moldovalı mı?
Necip: Moldovalı mı? Türk yok mu?
Mahmut: Türk çalıştırmıyoz, müşteri Türk istemiyo. Müşteri memnuniyeti hesabı.
Necip: Anlamadım ama… Peki Ukraynalı olsun o zaman.
Mahmut: Tamam ben ayarlıyorum hemen.
Rukiye: (Kolaları getirir. Ayaklandıklarını görünce) Kolaları getirmiştim.
Mahmut: Necip bey masaja geçiyor sonra içer.
Rukiye: Ama ben biraz evvel sormuştum. Masaj istemiyorum demişti.
Mahmut: Karıştırma, karar değiştirdi Necip bey, masaj olucak.
Rukiye: Tamam bi kayıt oluşturayım ben o zaman. (Masasına oturur.) İsim neydi?
Necip: Necip. Necip Katran. Çok gerekli mi bu Mahmut bey?
Mahmut: Çok önemli değil, basit bi iki şey işte. Müşteri takibi hesabı. Sen odaya geç ben masörü ayarlayım. (İçeri geçer)
Rukiye: Doğum yeri neresi acıba?
Necip: İzmir.
Rukiye: Doğum tarihi? Yıl olaraktan.
Necip: 1962
Rukiye: Sadece masaj di mi?
Necip: Evet masaj. Başka ne var ki?
Rukiye: Yani… ne isterseniz. Süt banyosu bilem var.
Necip: Yok, yok masaj olsun sadece.
Rukiye: Tamam kaydınızı açtım geçebilirsiniz odaya.
Necip: (Arkaya geçer, üstünü çıkarıp beline peştamalı bağlayıp, masaj masasının olduğu odaya gelir. Sağı solu süzüp, masaya oturur. Beklemeye başlar.)
Rukiye: (Tekrar törpüye devam eder. O arada telefon çalar.) Buyrun relax masaj. Evet. Evet. Yarın için mi? Hı, hı. Kaydınız var mıydı bizde. Evet. İsim alayım. Mürteza bey di mi? Evet. Bi bakayım randevu defterine, boş yerimiz var mı? Akşam dokuz di mi? Evet yarın saat dokuza bi boş yerimiz var, onu size yazıyorum Mürteza bey. Dokuzda bekliyoruz. İyi günler. (Telefonu kapatır. İçeri iki tane polis girer.)
Polis 1: (Elinde silahla) Kimse kıpırdamasın, bu bi baskındır.
Polis 2: O ne lan öyle, bu bir soygundur der gibi.
Polis 1: Yani kimse kıpırdamasın anlamında Komserim.
Polis 2: Tamam, tamam. Kızım denetim yapıcaz. Müessese sahibi nerde?
Rukiye: İ. İ. İçerde.
Polis 1: (Rukiye’nin yanına gelir, tabancayı kafasına dayar. Bağırarak) Hey sen. Ellerini göreceğim şekilde masanın üstüne koy.
Polis 2: Namık abartma oğlum. Alt tarafı bi denetim yapıcaz.
Polis 1: Tamam komserim. Takviye ekip çağırayım mı?
Polis 2: Gerek yok, gerek yok. Çok film seyrediyorsun sen.
Polis 1: Komserim çok kalabalık olabilirler içerde.
Polis 2: Oğlum, askeri garnizon değil ki burası. Masaj salonu. Yüz kişi olsa ne olur içerde. Hepsi mayışıktır şimdi onların.
Polis 1: Tamam şef. Pardon komserim ben koruyorum sizi. Girelim içeri.
Polis 2: Hadi yürü lan. (İkisi birden içeri geçerler) Al bunları al al al. (Necip telaşlanmıştır. Onun yanına girerler.) Yürü lan edepsiz, ne işin var burada.
Necip: Memur bey izah edebilirim.
Polis 2: Neyi izah edecen lan. İzah edilecek bi şey yok. Her şey ortada.
Necip: Ama memur bey.
Polis 1: Yürü, yürü, yürü. (Kabule çıkarlar. Mahmut ve Necip ordadır.)
Polis 2: Git toparla, diğerlerini de getir. (Çok kişi kullanılırsa bu repliğe gerek yok. Kalabalık ortada toplanır. Az kişide Polis 1 tekrar içeri gider.)
Necip: Yahu Mahmut bey gördünüz mü başımıza geleni.
Mahmut: Vallahi Necip beyciğim, biz hemen hemen her gün yaşıyoruz bu vukuatları.
Necip: İyi de kardeşim benim suçum ne? Ben hakkımı almaya geldim, gördüğüm muameleye bak.
Polis 2: Muamele derken?
Necip: Memur bey ben muhasebeciyim. Bu işlerle hiçbir alakam yok.
Polis 2: Biz nelerini gördük kardeşim muhasebeci ne ki?
Necip: Yok efendim o anlamda değil. Ben bu müessesenin muhasebecisiyim.
Polis 2: Maaşı böyle mi alıyonuz siz?
Necip: Efendim serbest muhasebeciyim ben.
Polis 2: (Süzer.) Belli, belli. Hadi yürüyün bakalım merkeze.
Necip: Ama efendim izah edeyim müsadenizle.
Polis 2: Yürüüüüü. (Hep beraber çıkarlar.)

PERDE

İzmir - 2013
İzin ve Bilgi için

Skeç: Hıdır Mıdır Müdür Müdür


Skeç: HIDIR MIDIR, MÜDÜR MÜDÜR?
Yazan: Cumhur Ay

(Bir ofis. Ortada bir masa, önünde ikişerli dört koltuk vardır. Masanın yanında ayaklı bir askılık vardır. Müdür masasında oturmuş, gazete okumaktadır.)

Şevki: (Elinde dosyalarla girer.) İstediğiniz bütün dosyaları hazırladım Hıdır Bey, hepsi burda. (sakar bir tiptir, dosyaları düşürür.) Affedersiniz, çok çok özür dilerim, hemen toparlarım merak etmeyin.
Hıdır: Yahu ne sakar adamsın sen.
Şevki: Üzgünüm efendim, yanlışlıkla oldu.
Hıdır: Topla hadi topla. Geliverecekler şimdi, rezil edecen beni.
Şevki: (Evrakları toplarken) Tamam efendim tamam, hemen topluyorum. Bu entegre huzurevi projesi, bu çok tatlı otopark dosyası, bu da hastane. Hepsi tamam. Raporları da dosyaların içinde.
Hıdır: İyice kontrol ettin dimi? Rezil olmayalım insanlara.
Şevki: Olur mu efendim. Her bir dosyayı satır satır, sayfa sayfa kontrol ettik.
Hıdır: Ettik?
Şevki: Evet, ettik. Ettik derken, ailecek anlamında.
Hıdır: Ailecek mi?
Şevki: Evet efendim ailecek. Kız okudu, oğlan yazdı, hanım da temize çekti.
Hıdır: Raporları çocuklara mı yazdırdın sen?
Şevki: Hanım da yardım etti.
Hıdır: Yahu sende hiç akıl yok mu? Az sonra holdingin yönetim kuruluyla, siosu gelecek. Onlara senin çocukların yazdığı dosyaları mı sunucam ben şimdi.
Şevki: Öyle demeyin efendim, özellikle tembih ettim çok dikkatli olun diye. Ayrıca ben de hepsini tek tek kontrol ettim. Vallahi Hıdır Bey tek başıma yapsaydım hayatta yetiştiremezdim.
Hıdır: İşe bak yahu biz adama görev veriyoz, o gidiyo hanımına rapor hazırlatıyo.
Şevki: Ama efendim…
Hıdır: Aması maması yok Şevki. Bu dosyaların ne kadar önemli olduğunu söyledim sana.
Şevki: Efendim akşam ona kadar çalıştım ofiste baktım olacak gibi değil…
Hıdır: Sen de eve götürdün. Ev ödevi değil ki bu Şevki, şirketin yatırım projeleri. Bi bokluk çıkarsa ne diycem ben adamlara?
Şevki: Çıkmaz efendim çıkmaz. Vallahi çıkmaz. Benim oğlanın da kızın da dersleri hep pekiyidir. Hanım da liseyi teşekkürle bitirmiş.
Hıdır: Başlatma şimdi teşekkürüne takdirine. Yahu adamlara brifing vericez, brifing. Çocuk oyunu değil bu.
Şevki: Siz meraklanmayın efendim, hiç bi sorun çıkmaz. Güvenin bana.
Hıdır: Neyse, neyse tamam. Bu saatten sonra yapıcak bi şey yok. Sen git işleri toparla şimdi. Yöneticiler gelince çağıracam seni.
Şevki: Tamam efendim çıkıyorum ben. (Geri geri çıkarken askılığa çarpar.) Pardon, affedersiniz. Çok çok özür dilerim. (Askıyı kaldırıp çıkarken kapıdan giren sekretere çarpar.) Pardon Naciye Hanım, özür dilerim. (çıkar)
Naciye: Önemli değil. (çıkınca) Ne salak adam bu ya! (Ağzında sakız, üzerinde dekolte bir kıyafet vardır. Şımarık) Öyle di mi Hıdoş?
Hıdır: Öyle, öyle. Ama naapacan elde başka malzeme yok, idare etçez artık. Sen naaptın? (süzer.) çok güzel, çok güzel tam istediğim gibi. Bak sakın unutma. Bi şey istedik mi, çay kahve falan, sallana sallana getir. Koyarken heriflerin burnunun dibine kadar sokul. (Naciye masanın köşesine oturur, Hıdır kadını koklar) tamam parfümde gayet iyi, bol bol sürmüşsün. Çok güzel.
Naciye: Vallahi koca şişeyi boşaltım üstüme. Bi şişe parfüm borcun var unutma.
Hıdır: Tamam tamam alırız. Söylediğim gibi heriflerine dibine kadar sokul. İçecekleri koymak için eğildiğinde (göğüslerini işaret eder) çatalı mutlaka göster.
Naciye: Tamam ayol sen hiç merak etme. Özellikle bu bluzu giydim, dekoltesi derin diye.
Hıdır: Çok güzel. Remzi Beye daha yakın davran. Remzi bey önemli. Çok önemli. Adam koca holdingin yönetim kurulu başkanı. İki kere girip çıktın mı odaya işi mişi unutur. Ne kart zamparadır o.  Salih bey biraz saftır ama bakma sen onun öyle göründüğüne. Adamı ayakta sever haberin olmaz. Ona da gerekli ilgi ve alakayı göstermeyi unutma. Adam sio kızım boru değil.
Naciye: Tamam ya iki gündür anlatıyon. Anladım. Salak değiliz herhalde.
Hıdır: Yok canım estağfurullah, ne salağı. Ben bi kere daha anlatayım dedim, her ihtimale karşı.
Naciye: Bu işi kıvırırsak yemek sözün var unutma.
Hıdır: Unutmam unutmam merak etme sen. Sevil hanıma ne yapıyorduk?
Naciye: Sevil mi? (düşünür.) Aaaaa? Naapıyoduk?
Hıdır: Yahu elli kere anlattım ya, ne çabuk unuttun.
Naciye: Ha hatırladım, görmemezlikten geliyoduk.
Hıdır: Olur mu ya, ne görmemezliği. Kadın yönetim kurulu başkan yardımcısı, nasıl görmezsin?
Naciye: Eeee, naapıyoduk o zaman?
Hıdır: Allahım sen büyüksün, sen sabır ver yarabbi. Naciye, bak son kez anlatıyom. Yaz kafanın bi köşesine. Sevil hanımı onore ediyoruz, naapıyoruz, onore ediyoruz. Anladın mı?
Naciye: Anladım anladım. Da onore etmek ne demek, onu anlamadım.
Hıdır: Kompliman yapıyoruz yani kompliman. Okey?
Naciye: Kompliman mı? Ha evet kompliman. Ne demekti o ya, hatırlıyorum bi keresinde çengel bulmacada da çıkmıştı. Neydi ya neydi?
Hıdır: Allahım sen aklıma mukayyet ol. Kızım, kompliman demek iltifat etmek demek. Senin anlayacağın dilde söyleyim, pohpohlamak yani. Anladın mı şimdi.
Naciye: Ha, anladım anladım.
Hıdır: Mesela “aaa Sevil hanımcığım vallahi bu elbiseyle manken gibi olmuşsunuz” ya da ne bileyim “hangi kuaföre gidiyorsunuz, tarif edin bende oraya gideyim” gibi şeyler. Anladın mı?
Naciye: İkide bir anladın mı diye sorma, anladık her halde. Şey de deyim mi “kocanız ne şanslı adam böyle güzel bir kadınla birlikte” falan tarzı şeyler.
Hıdır: Sakın ha, sakın.
Naciye: Yani çok güzelsiniz anlamında.
Hıdır: Olmaz sakın ha. Kızım kadın hiç evlenmemiş. Sorun da orda zaten. Kompleks olayı yani.
Naciye: Haaa, anladım şimdi. Kadın evde kalmış, o yüzden gergin.
Hıdır: Aferin sana.
Naciye: Evlenemeyince de tabi, çoluk çocuk falan da yok.
Hıdır: Vallahi bravo.
Naciye: Çocuk falan olmayınca da, kendini işe adamış, buralara gelmiş.
Hıdır: Süpersin. Senden beklemediğim bi performans sergiliyorsun.
Naciye: Dalga geçme ama yalan mı?
Hıdır: Doğru tabi canım çok doğru. Başta koca yok, çocuk yok. Salmış kendini kariyer dünyasına.
Naciye: Bizde de onlar yok ama bak hala sekreterlik yapıyoz.
Hıdır: Öyle deme sende çok büyük bir potansiyel var (kadını süzer) biraz daha çabalarsan geleceğin çok parlak.
Naciye: Gerçekten mi? Dalga geçmiyosun dimi?
Hıdır: Ne dalgası ya, bak söylemişti dersin 3 – 5 seneye benim yerime genel müdürsün burada yeminle.
Naciye: Ciddi misin Hıdoş ya? Ay ben çok sevindim şimdi.
Hıdır: Tabi kızım. Senin tek eksiğin üniversite, onu da bitirdin mi tamamdır.
Naciye: Tamam işte, okuyorum ben zaten, Açık Öğretim fakültesi Halkla İlişkiler bölümü birinci sınıf.
Hıdır: Kaç sene oldu ya, hala birde misin sen?
Naciye: Üç. Ama bu sene kesin geçicem ikiye.
Hıdır: Tamam işte bak gördün mü, biraz daha gayret etsen, bitirirsin bile.
Naciye: Bitiririm dimi Hıdo, bitiririm dimi?
Hıdır: Tabi canım. Ondan sonra ver elini mastır.
Naciye: Mastır mı? O ne ki?
Hıdır: Boş ver sen şimdi mastırı falan normali bitir önce gerisi gelir.
Naciye: Düşünsene kapıda bi tabela “Genel Müdür – Naciye Peksimet” hayali bile güzel. Gerçi o zaman belki soyadımı değiştiririm, mahkeme kararıynan. Şey falan olabilir mesela Barbaros. İnsanın ağzını dolduruyor dimi Barbaros, Naciye Barbaros?
Hıdır: Evet evet süper olur.
Naciye: Hıdoş, senin soyadın da kötü aslında. Hiç değiştirmeyi düşünmedin mi?
Hıdır: Yooo, ben memnunum soyadımdan.
Naciye: Hıdır Mıdır. Mıdır... Böyle soyadı mı olur ya?
Hıdır: Bana bak dalga geçme soyadımla bozuşur ha.
Naciye: Bi anlamı var mı peki? Ne demek Mıdır?
Hıdır: Dedemler Bulgaristan da Mıdır diye bir köyde yaşıyormuşlar Türkiye’ye göç etmeden önce. Sonra buraya gelince soyadı olarak da onu seçmiş dedem, nostalji olsun diye.
Naciye: Vallahi dedene on puan veriyorum, çok süper bi soyadı seçmiş kendine.
Hıdır: Dinime küfreden Müslüman olsa bari. Peksimet. Senin soyadın çok güzel sanki.
Naciye: Öyle deme ama, çok acıklı bi hikayesi var Peksimetin.
Hıdır: Peksimetin hikayesi mi olur be.
Naciye: Olmaz mı ya. Dedemler, savaş yıllarında her öğün peksimet yerlermiş. Tabi savaş var, kıtlık felan var. Savaş bitince de dedem demiş ki; “nimete saygımız olsun, soyadımız peksimet konsun”. Onun için yani.
Hıdır: Allah rahmet etsin. Çok vefakar adammış. O zaman deden şimdi yaşasaydı kesin Burger falan koyardı soyadınızı.
Naciye: Dalga geçme Hıdoş ya, ölmüş insanlarla dalga geçilmez. Çok günah.
Hıdır: Tamam tamam hadi işimize bakalım artık. Eli kulağında damlarlar şimdi. Hadi git hazırlan sen, makyajını falan tazele.
Naciye: Tamam gidiyorum. Yemeği unutma ama. (kıvırta kıvırta çıkar)
Hıdır: Tamam tamam unutmam. Sen hayırlısıyla kıvır şu işi de. (telefona sarılır.) Alo Sami hemen Kalamış Restoranı ara. Akşam için dört kişilik rezervasyon yaptır. Deniz kenarı olsun, akşama misafirlerim var. (Gazeteyi toparlar, kaldırır. Masasını düzeltir.)
Şevki: (Elinde bir dosyayla, telaşla içeri girer.) Efendim efendim, dosyanın biri bende kalmış onu getirdim.
Hıdır: Yahu kapıyı çalsana be adam, öyle paldır küldür.
Şevki: Misafirler gelmeden yetiştireyim dedim.
Hıdır: Hani tamdı çalışmalar? Allah bilir dosyalarda da neler yok neler? Rezil olmam inşallah.
Şevki: Mümkün değil efendim. Söylüyorum tek tek kontrol ettim hepsini.
Hıdır: Görücez görücez. Tamam sen çık şimdi. Misafirler gelince çağırıcam tekrar.
Şevki: Tamam efendim çıkıyorum, telefonunuzu bekliyorum. Çekinmeden arayın, uçar gelirim.
Hıdır: Şevki uzatma çık hadi.
Şevki: (Geri geri çıkarken) Tabi efendim tabi. Görüşürüz.
Naciye: (Girer.) Hıdooooşşş, misafirlerimiz geldiii. (Geri geri çıkan Şevki ile çarpışırlar.) Çüşşşş.
Şevki: Pardon Naciye hanım. Kusura bakmayın.
Naciye: Dikkat etsene biraz. Üstüme çıkacaktın. Buyrun efendim, geçin şöyle.
Şevki: (Çıkmaya çalışırken misafirlere çarpar.) Pardon. Pardon. Afedersiniz.
Hıdır: (Yerinden kalkar misafirleri karşılar.) Kusura bakmayın efendim, bizim muhasebeci. Sakardır biraz. Buyrun buyrun geçin şöyle. Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz.
Remzi: Hoşbulduk Hıdır bey. (Tokalaşır)
Salih: Merhaba. (Tokalaşır.)
Hıdır: (Sevil hanımla tokalaşırken) Bu ne şıklık böyle, vallahi mankenlere taş çıkartırsınız.
Sevil: (Suratsızdır.) Mersi Mersi. Yine başladınız maskaralığa.
Hıdır: Teessüf ederim Sevil hanım. Yalan mı Allah Aşkına. Siz söyleyin Salih bey, değme mankenin esamesi okunur mu Sevil hanımın yanında.
Salih: Vallah efendim biz de kendisini (Yutkunarak) pek beğeniriz aslen.
Sevil: Salih? … Bey.
Salih: Yani maşallah diyorum, başka da bi şey demiyorum.
Sevil: Tamam tamam. Gene konuyu sulandırdınız. Hemen toplantıya geçelim, işimiz çok.
Remzi: Evet Hıdır bey hemen projeleri değerlendirelim, yatırıma başlayalım. Hazır mı dosyalar?
Hıdır: Olmaz mı efendim, hepsiyle teker teker ilgilendim.
Remzi: İnşallah pürüz yoktur. Projeler hazır diye toplantı istediniz. Bu iş yoğunluğunda kalktık buraya geldik.
Hıdır: Tabi efendim hiç şüpheniz olmasın. Ama önce bi şeyler içseydik.
Remzi: İçeriz, içeriz, acelesi yok. Bi başlıyalım önce hayırlısıyla.
Hıdır: Tabi efendim tabi, siz nasıl uygun görürseniz. Efendim, önce entegre huzurevi projesini takdim edeyim sizlere. (klasörden üç tane naylon dosya çıkarır, diğerlerine birer tane verir.) Bu projenin Türkiye’de bir benzeri yok. İlk ve tek olacak inşallah.
Salih: Entegre derken?
Hıdır: Efendim şöyle izah edeyim. Entegre demek… Yani, yaşlının huzurevine kabulünden, sene-i devriye mevlidine kadar geçen tüm hizmetler anlamında. Tümü tarafımızdan yerine getirilecek.
Sevil: Sene-i devriye mevlidi ne ayol?
Hıdır: Mevtayı toprağa verdiğimiz günün yıldönümü efendim. Adettendir, ilk sene mutlaka mevlit okutulur.
Sevil: Hıdır Bey, Hıdır bey, ne mevlidi, ne mevtası? Ayol, huzurevi yapıyoruz biz, gasil hane değil.
Hıdır: Öyle demeyin Sevil Hanım, bunlar da önemli şeyler. Biz bu projeyle, yaşlı yakınlarını büyük bir yükten kurtarmış olucaz. Adam gelecek anasını, babasını… Neyse, teslim edicek, gidicek. Ondan sonra sen sağ, ben selamet. Yok ölümüydü, yok helvasıydı, mevlidiydi, hiçbir şeyle uğraşmayacak.
Sevil: Alemsiniz vallahi. Nerden geliyor böyle şeyler aklınıza? (diğerlerine) Çok da mantıksız değil hani.
Hıdır: Kesinlikle efendim kesinlikle. Dosyaları incelerseniz, projenin detaylarını görüp, bana hak vereceksiniz. (Diğerleri dosyayı karıştırır)
Remzi: Hadi camiyi, kafeyi, çardağı anladık da, nikâh dairesi de neyin nesi?
Hıdır: O da huzurevimizde ikinci baharı yaşamak isteyen çiftler için.
Salih: İkinci bahar mı?
Hıdır: Evet efendim, malum yalnızlık Allah’a mahsus. Hani anlaşan, sevişen yaşlılarımız olursa, onları da Allah’ın emri peygamberin kavliyle baş göz etmek için.
Sevil: Vallahi benim gözüm tuttu bu projeyi.
Hıdır: Söylediğim gibi efendim, huzurevimizde hiçbir detayı atlamadık, animasyon ekibimiz bile olacak.
Salih: Animasyon ekibi mi? (Biraz düşünür. Onay bekleyerek) Yaşlıları eğlendirmek için?
Hıdır: Sadece eğlendirmek değil efendim, kimi zaman da kızdırmak.
Remzi: Kızdırmak mı? Hıdır beyciğim huzur evi burası, niye kızdıralım insanları?
Hıdır: Onları hayata bağlamak için efendim. Biliyorsunuz az miktarda stres, vücut direncini arttırır.
Sevil: Vallahi çok doğru. Kendimden biliyorum, ben bu fiziği yaşadığım stresli iş hayatına bağlıyorum.
Remzi: Ona ne şüphe.
Salih: Sevilciğim… Pardon, Sevil Hanımcığım, bir stres bir insana bu kadar mı yakışır yahu?
Sevil: Yalan mı Remzi Bey? Ben şimdi bi ev hanımı olsaydım, bu formumu koruyabilir miydim?
Remzi: Ev hanımlarının sorunu stres değil ki efendim, baklava börek. Yoksa çamaşırı, ütüsü, bulaşığı, yemeği… Evdeki stres az mı? Neyse efendim konumuza dönelim. Nasıl kızdıracaksınız insanları?
Hıdır: Efendim ekibimiz kimi günler huzur evinin bahçesinde futbol oynayacak.
Remzi: Eeee?
Hıdır: Ve topu da özellikle sakinlerimizin balkonuna kaçıracak. Sonrası malum.
Salih: Keseyim mi topunuzu hesabı.
Hıdır: Aynen öyle. İki de cam kırdırdık mı tamamdır.
Remzi: İlginç.
Hıdır: Bitmedi efendim, animasyon ekibimizin bir başka görevi de, el öpmek.
Sevil: El öpmek derken?
Hıdır: Bildiğimiz el öpmek. Hani bayramlarda oluyor ya, ondan. Bayramda ziyaretçisi gelmeyen yaşlıların ellerini öptüreceğiz onlara. Böylece manevi bir boşluğu daha doldurmuş olacağız.
Remzi: Laboratuar ne için peki?
Hıdır: Laboratuar? Ne laboratuarı?
Remzi: Ben bilmiyorum, size soruyorum. Ötenazi için kimyasal karışım elde edicez deme, bozuşuruz.
Hıdır: Ne laboratuarı efendim, ne ötenazisi?
Remzi: Bilmem, burada bir yığın kimyasal formül var. Bir laboratuar için değilse bunlar, ne için peki?
Hıdır: Formüller mi?
Remzi: Evet. Bak ne diyor “nitrik asidin formülü aşağıdakilerden hangisidir? A. N3O, B. H2O, C. HNO3”
Salih: C şıkkı, HNO3. Okulda gördüydük. Kimya dersinde. Oradan hatırlıyorum.
Sevil: Bu ne şimdi ya?
Hıdır: Bakayım efendim, sanırım bi yanlışlık olmuş.
Remzi: Yanlışlık falan yok Hıdır Bey. Basbayağı kimya dersi soruları bunlar.
Hıdır: (Dosyayı alır.) Müsaadelerinizle bi bakayım. (İnceler, mahcup bir şekilde…) Efendim dosyaları tasnif etsin diye, bizim muhasebeciye vermiştim. O karıştırdı herhalde.
Remzi: Hıdır Bey bu projelerin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Muhasebeciye teslim edilir mi Allah aşkına?
Hıdır: Biliyorum efendim biliyorum. Ama malumunuz işlerim çok. Yardım mahiyetinde şey etmiştim.
Remzi: Bana işim çok masalını anlatma Hıdır, senin burada ne işlerle meşgul olduğunu çok iyi biliyoruz.
Hıdır: Aman efendim teessüf ederim. Vallahi günahımı alıyorsunuz. Bu şirketin âli menfaatlerini korumak uğruna, ne sıkıntılara göğüs gerdiğimi bilemezsiniz.
Remzi: Tabi tabi.
Hıdır: Efendim dilerseniz, ben şu dosyaları halledene kadar sizlere de demli birer çay söyleyim. (Dosyaları toplar)
Remzi: Tamam içelim. Benim açık olsun.
Sevil: Ben de şekersiz rica edeyim. Malum formumu korumam lazım.
Hıdır: Tabi haklısınız efendim. (Telefona sarılır) Naciye hanım bize 3 çay. Biri açık, biri de şekersiz olsun. Bu arada Şevki’ye söyle, acil buraya gelsin.
Remzi: Biz de diğer projelere bakalım bu arada. Sırada ne var?
Hıdır: Efendim takdim edeyim. (Başka bir klasörden 3 dosya çıkarır, birer tane verir.) Yine eşi benzeri olmayan bir proje var sırada. “Çok Tatlı Otopark Projesi”
Salih: Çok tatlı mı? Çok katlı olmasın o?
Hıdır: Hayır efendim bi yanlışlık yok. Projemizin adı “Çok Tatlı Otopark”
Sevil: Bizimle dalga geçmiyorsunuz değil mi?
Hıdır: Yok efendim estağfurullah, ne haddime. Projeyi inceleyince, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Salih: Çok tatlı otopark olur mu yahu? Pastane mi burası?
Şevki: (Kapıyı çalıp, içeri girer.) Efendim beni istemişsiniz.
Hıdır: Şevkiiii… Gel, gel. (Dosyayı alıp, ilgili sayfayı gösterir) Bu ne bu, bu ne ha?
Şevki: (Hiçbir şey anlamamıştır. Şaşkın şaşkın bakar.)
Hıdır: Cevap ver, nedir bu?
Şevki: Ne nedir efendim?
Hıdır: (Sayfayı koparır, Şevki’ye uzatır.) Bu kimya sorularının, huzurevi dosyasında ne işi var?
Şevki: Kimya soruları mı?
Hıdır: Evet kimya soruları. Hem de çoktan seçmeli.
Şevki: Bi yanlışlık oldu herhalde.
Hıdır: Ben sana ne dedim. Bu dosyalar çok önemli, çok dikkat et demedim mi?
Şevki: Efendim, oğlan dosyalara yardım ederken, bi yandan da sınava hazırlanıyordu. Onun testleri karıştı herhalde. (Yöneticiler birbirlerine bakıp, kafa sallarlar)
Hıdır: Aferin tebrik ederim seni. Yahu kırk yılın başı bi yardım istedim senden, yüzüne gözüne bulaştırdın. Rezil ettin beni.
Şevki: Ama efendim…
Hıdır: Tamam, tamam. Hadi düzeltelim şunları. (Kenarda tartışmaya devam ederler.)
Naciye: (Girer, elinde bir tepsi ve 3 çay vardır. Ağzında sakızı çiğneyerek) Evvveeet, çaylarımız geldiiii. Açık olan kimindi?
Remzi: (Çapkın bir bakışla) Benim. Alayım. Ellerinize sağlık.
Naciye: Afiyet olsun. (Salih’e işveli.) Şekerli olan sizinki herhalde.
Salih: (İçine düşerek) Vallahi tebrik ederim, nasıl tahmin ettiniz?
Naciye: Bundan kolay ne var ayol. Kalan çayın biri şekerli, biri şekersiz. Sevil Hanımınki şekersiz olduğuna göre.
Salih: Güzel olduğunuz kadar, zekisiniz de.
Naciye: Mersiiii. (Döner, Sevil’e çayını verirken.)
Sevil: Ne demek istiyorsunuz siz?
Naciye: Bi şey demek istemiyorum. Şekersiz olan sizinki değil mi?
Sevil: Evet benim ki de, Sevil Hanımınki şekersiz ne demek?
Naciye: Yani Sevil Hanım dikkat eder anlamında söyledim.
Sevil: Neye dikkat eder? Kilolarına mı? Sen bana şişman mı demek istiyorsun?
Naciye: Bi şey demek istediğim felan yok.
Sevil: İster şekerli içerim, ister şekersiz, sana mı sorucam nasıl içeceğimi?
Naciye: Ay tamam be, nasıl içersen iç, bana ne.
Sevil: (Ayağa kalkar.) Hanım, hanım… Kendine gel, terbiyesizliğin lüzumu yok
Naciye: Asıl sen kendine gel. Senden terbiye dersi mi alıcam?
Hıdır: Naciye?
Sevil: Benim asabımı bozma. Senin karşında yönetim kurulu başkan yardımcısı var.
Naciye: Senin karşında da Naciye Peksimet var.
Sevil: O peksimetleri çıtır çıtır yerim ben.
Salih: Yahu hanımlar sakin olun.
Sevil: Ay nasıl sakin olucam Salih. Görmüyo musun densizin yaptığını?
Naciye: Densiz sensin. Kız kurusu.
Sevil: Ne, ne, ne? Ne dedin sen? Kız yolarım ben seni. (Naciye’nin saçlarına sarılır. Bir harbede yaşanır. Erkekler kadınları sakinleştirmeye çalışır.) Terbiyesiz seni.
Naciye: Terbiyesiz sensin.
Sevil: Bak hala konuşuyor. (Saldırmak ister, araya girerler) Hadi kalkın, kalkın gidiyoruz. Bi dakika daha kalamam burada.
Hıdır: Sevil Hanımcığım, projeler?
Sevil: (Önündeki dosyaları Hıdır’a fırlatır.) Hay projelerin batsın senin. Hep senin yüzünden bunlar. Seninle sonra hesaplaşacağız. (Sevil önde, diğerleri arkada çıkarlar.)

PERDE

İzmir - 2013
İzin ve Bilgi için

12 Temmuz 2012 Perşembe

Tirad: Facebok



Tirad: FACEBOK
Yazan: Cumhur Ay

Erkek: Nereden bilirdiniz günün birinde facebook diye bir internet zımbırtısının çıkacağını o günlerden. Arkadaşlarla okulun bahçesinde piknik modunda eğlenirken çok da umurunda olmuyor insanın dünya. Umurunda olmuyor gelecek… iş hayatı… kariyer planları… Ama sorarım size, arkadaşınız hatıra olsun diye deklanşöre bastığında, hangi akla hizmet o pozu verdiniz acaba? Saçma, bir o kadar da komik o pozu verirken, günün birinde, kariyerinizin zirvesine çıkacağınızı, bir şirketin, hem de kelli felli bir şirketin, genel müdürü olacağınızı nasıl tahmin ederdiniz? Edemezdiniz. Edemedim de zaten. Ve o gün, bir karenin köşesine sıkışıverdim, utanç dolu bir gülümsemeyle. Okulun en zıpır grubunun arasından, kafasıyla beraber dilini de uzatan, gözlerini şaşı yapan, alabros model saç kesimli herifin biri. Ne oldu sonra? Sonrası malum. Yıllar yılları kovaladı, aylar ayları. İş hayatının zorlu yokuşlarında tırmanırken, bu sefer de o günleri unutuyor insan. Kurtlar sofrasından bir somun ekmek kapmak için mücadele ederken, kimin aklına gelir eski dostlar, eski resimler. Gelmedi tabi. Ta ki, o kara güne kadar. Osman. Osman ya, bizim Osman… Grubun en dangalak, en dengesiz, en patavatsızı. Arkadaşlık teklif etmiş face’ten. Zaten arkadaştık be koçum, teklif niye? Neyse, kabul ettik teklifini, arkadaş olduk yeniden. Ne olduysa da ondan sonra oldu zaten. Boydan boya camlarıyla, panoramik İstanbul manzaralı ofisimde, önemli bir toplantı öncesi evraklarla boğuşurken, acı acı çaldı telefon… Sanki kötü bir haber verecekmiş gibiydi. Açtık tabi. Kim mi? Suat. Tilki Suat. Pazarlamadan sorumlu yardımcım. Çok ciddi hitabetinin altındaki muzip gülümsemesini hissetmedim sanmasın. Tilki Suat derim ona ben. Tabi içimden. Çünkü kuzu postu altında bir tilkiden farkı yoktur benim için. Yerimde gözü olduğunu, şirketin çaycısı bile bilir. “Face’deki resminiz süpermiş” dedi, bokunda boncuk bulmuş çocuk edasıyla. “Ne resmi yahu” dememe fırsat kalmadan da saydırdı “Okul yılları, ne kadar güzeldir. Dert yok, tasa yok.” Başımdan dökülen kaynar sular yanaklarımdan süzülürken, daldım Face’nin karanlık zaman (korku) tüneline. Aman Yarabbi. Olamaz. Olamaz. Bu ne yahu? Top one gibi bir resim tünelin en ucunda. Resmin içinde de bir ucube, gevrek gevrek gülüyor. Gülümseme tamam da, ya o gözler neyin nesi be adam? Nasıl verdin bu pozu, nasıl yaptın o gözleri böyle şaşı? Offf. Offf. Bittim ben. Ya o dil? Ona ne diyeceksin? Ulan Osman. Ulan Osman, yaktın lan beni. “Senin Allah belanı versin” dercesine kapattım telefonu tilkinin suratına. Bin bir telaş, nasıl silinir bu resim diye araştırırken, gecikmenin farkına vardım. 100 beğeni, 50 paylaşım. Ulan Osman, nasıl çizdin gül gibi kariyerimi, nasıl diktin zirvenin tepesine kıçındaki tüyü? Ulan Osman, seni bulacam oğlum, seni bulacam.

PERDE

İzmir - 2013
İzin ve Bilgi için

12 Nisan 2012 Perşembe

Skeç: Kırmızı Düğme


Skeç: KIRMIZI DÜĞME
Yazan: Cumhur Ay

(Sahnede bir masa ve iki sandalye, masanın üzerinde kırmızı bir telefon ve açısı seyirciye doğru bir kutu, kutunun üzerinde ise kırmızı bir düğme vardır. Arkada duvarda “NASA” yazılı bir tabela. Adam sandalyede kaykılmış, telefonla konuşmaktadır.)

Rıfkı: Aloooo… Cemil abi… Sesim geliyo mu abi?... Rıfkı ben Rıfkı... İyidir abiciğim ya, ne olsun?... Sen nasılsın, yenge, çocuklar?... Kahvede durumlar nasıl, arkadaşlar iyiler mi?... Güzel, güzel… İşe başladım ben abi, çalışıyom… Evet, evet, sonunda ayarladık bi iş… Nerde mi? Amerika’da… Evet, Amerika’da. NASA’da… Bildiğimiz NASA ya, hani şu Amerikalıların füze müze işleri varya o NASA… Evet abi, evet. Bizim Hüseyin Enişte çalışıyo burada, teyzemin kocası… sağolsun  yardımcı oldu, başladık işte… Onları da getirdim abi, hanım da oğlan da Amerika’da… Yeni daha ya, bir iki gün oldu… Sigorta mı? Var abi… Yemek, servis, lojman hepsi var abi… Burası çok kalabalık da, benim çalıştığım yer fazla kalabalık değil… Bi müdür var başımda bi de ben… Tamam abi, görüşürüz. Arkadaşlara çok selam… Tabi, tabi. Yazın gelicez. Görüşürüz inşallah… Selamlar abi. (Telefonu kapatır. Elindeki bezle masayı silmeye başlar.)
Mişel: (Takım elbiseli, gözlüklü. Girer telaşlanır.) No, no, no. Mistır Rifki, ne yapiyor siz?
Rıfkı: Toz alıyorum ya, nooldu ki?
Mişel: No, no, no. Toz almamak, toz almamak hiç. Bu düğme çok önemli. Hiç yaklaşmamak yanına.
Rıfkı: Tamam da Mişelciğim, toz toprak içinde mi oturalım ya?
Mişel: Size hep söylüyor ben. Siz burada oturmak sadece, hiçbir şey yapmamak. Bir şey şey lazım olmak, siz gitmek getirmek. O kadar.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam. (Oturur.)
Mişel: (Yerine oturur, kollarını bağlar, beklemeye başlar.)
Rıfkı: (Mişel’i taklit eder. Kollarını bağlar beklemeye başlar. Birkaç saniye sonra sıkılır.) Ne işe yarıyor bu düğme?
Mişel: (İstifini bozmadan) O düğme çok önemli olmak.
Rıfkı: Anladım önemli de, ne işe yarıyo?
Mişel: (Kafasıyla sağı solu kontrol eder.) O düğme… O düğme… (Abartılı) Tap sikrıt.
Rıfkı: Yalnız düzgün konuşalım, öyle siktirli miktirli, ayıp oluyo ama.
Mişel: No, no. Tap sikrıt, tap sikrıt. Yani nasıl diyor siz Çok Gizli.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim gizlidir de, bizbizeyiz burada Allah aşkına ya. Kimse duymaz, hadi söyle ne işe yarıyo?
Mişel: Mistır Rifki, bizim Amerikalılar derki; “Ne kadar merak, o kadar”…
Rıfkı: Hop, hop devamını getirme bozuşuruz.
Mişel: No, no, no. Kötü bi şey olmamak. “Ne kadar merak, o kadar bela”
Rıfkı: Ne biçim atasözü bu, ne uyak var, ne kafiye.
Mişel: Türkçe söylemek ben onun için uymamak. İngilizce söylemek, o zaman uymak.
Rıfkı: Okey, okey. (Tekrar kollarını bağlayıp otururlar. Bir süre sonra sıkılır.) Peki, şimdi ben bi kere bassam bu düğmeye (hamle eder basmak için) ne olur?
Mişel: No, no, no. Ne yapıyor siz? Çıldırdınız mı?
Rıfkı: Ya bi kereden bi şey çıkmaz ki, noolcak ki? basayım mı ha, basayım mı? Noolur bi kere, bi kere?
Mişel: Siz öldürmek mi istiyor bizi?
Rıfkı: Ne öldürmesi ya, alt tarafı bi düğme.
Mişel: Rifki bey, bu düğme, sadece bi düğme olmamak.
Rıfkı: Ya ne olmak peki?
Mişel: (kafasıyla sağı solu kontrol eder.) Bu düğme… Bu düğme… Nükleer bi düğme.
Rıfkı: Nükleer mi? O ne demek ya?
Mişel: Yani bu düğmeye basmak ve üçüncü dünya savaşı çıkmak.
Rıfkı: Üçüncü dünya savaşı mı?
Mişel: Evet, evet. Üçüncü dünya savaşı. Bu düğmeye yüzlerce nükleer bomba bağlı olmak. Basınca hepsi havalanmak.
Rıfkı: Yapma ya. Abovvv. Pek marifetliymiş meret. (kolları bağlarlar, beklemeye başlarlar. Sıkılır. Telefonu kaldırır.) Kırmızı düğmeye iki çay, biri açık olsun.
Mişel: Ooooo, Mistır Rifki, ne yapmak siz?
Rıfkı: Çay söyledim ya. Nooldu ki?
Mişel: Mistır Rifki, Mistır Rifki, ne yapiyor siz, ne yapiyor siz?
Rıfkı: Nooldu ya, Allah Allah?
Mişel: Bu telefon, çok önemli bir telefon.
Rıfkı: Önemli mi? Ulan burada da önemsiz hiç bi şey yok, anasını satim.
Mişel: O telefon, kirmizi telefon.
Rıfkı: Eeee, ne olmuş, kırmızıysa?
Mişel: Kirmizi telefon diyorum anlamiyor siz. Çok önemli, çok önemli.
Rıfkı: Ya anladım kardeşim, anladım. Telefon önemli. Önemli de neyi önemli? Normal sıradan, kırmızı bir telefon işte.
Mişel: Bu telefon çalmak, biz açmak, sonra bu düğmeye basmak. Sen anlamak?
Rıfkı: Annamadım Mişelciğim annamadım. Niye biz bu telefondan sonra basıyoz düğmeye?
Mişel: Talimat gelmek bize bu telefondan. Başkan aramak talimat vermek, basın diye.
Rıfkı: Kim bu başkan ya?
Mişel: Amerikan Başkan. O bizzat aramak bizi, söylemek basın diye.
Rıfkı: O aramazsa basamaz mıyız?
Mişel: No, no, no. Bizzat başkan aramak. Başkası olmaz. O yüzden, telefon meşgul etmemek biz.
Rıfkı: Haaa, anladım şimdi. (Kolları bağlarlar.)
Mişel: (Telefon çalar. Heyecanlanır.) O şit. O may gat, o may gat. Telefon çalmak, telefon çalmak Rifki.
Rıfkı: Tamam, kardeşim duydum. Çalıyo tamam. Heyecanlanma bakıver, ne sitres yaptın bu kadar?
Mişel: Telefon diyor ben, telefon çalmak. Anlamıyor sen.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam açıver hadi. Bak sen açmazsan ben açıcam ha.
Mişel: (Çekinerek kaldırır telefonu.) Alo?... Rifki? (şaşkın telefonu Rıfkı’ya uzatır.)
Rıfkı: Alo. Kazım abi, sen misin abi? Vay, vay, vay. Kazım abime bak sen ya… Telefonu nerden buldun?...  Cemil abi mi verdi?... (ahizeyi kapatır. Mişel’e) Sabah Cemil abiyle görüşmüştük, numara çıkmış, o vermiş telefonu. (Telefona) Vallah ne olsun abi ya, çalışıyoz işte… İşler iyi… Güzel abi güzel, on numara iş vallah… Siz naapıyonuz… Kahvede misin? Çok selam söyle arkadaşlara… Bi müdür var başımda abi o kadar, onla ben yani. Ederiz abi, ederiz… (ahizeyi kapatır. Mişel’e) Selamı var… (Mişel şaşırır, kinayeli) O da selam söylüyo abi… Tamam canım abicim görüşürüz… Herkesi öp benim için… Eyvallah abi eyvallah… (Telefonu kapatır.) Çok kral adamdır Kazım abi, senden iyi olmasın. Çok muhabbetlerimiz oldu kendisiyle. Çok severim çok. (Dalar.) Senin memleket neresi Mişelciğim?
Mişel: Memleket?
Rıfkı: Anne baba nereli yani?
Mişel: Anne baba?
Rıfkı: Ooooo, işimiz var seninle. Nerelisiniz diyorum ya, nerde doğdun?
Mişel: Dakota. Güney Dakota.
Rıfkı: Biz Bulgar göçmeniyiz. Annemle babam ellilerde göç etmişler. Ben Balıkesir’de doğdum. Sen gidip geliyon mu memlekete?
Mişel: No, ben burada yaşamak.
Rıfkı: Olmaz ama arada gitmek lazım, anne babayı ziyaret edicen. Hep iş, hep iş olmaz. Bi yere kadar. (kolları bağlarlar.)
ANONS: Mistır Rifki, mistır Rifki ziyaretçileriniz var.
Rıfkı: Allah, Allah, kim geldi ki acep?
Fatma: (Yanında bir çocukla içeri girer.) Vallahi Rıfkıcığım, tutturdu illa babamın işyerine gidicem diye, zapdedemedim bi türlü.
Rıfkı: Hiç önemli değil hayatım, gelin gelin. Mişel yabancı değil. Mişel tanıştırayım karım Hatice, oğlum Osman.
Mişel: Ama mistır Rifki kimse girmemek buraya. Çok gizli olmak burası.
Rıfkı: Ya Mişelciğim sıkma canını fazla oturmazlar onlar, bi beş dakka oğlan görsün babasının işyerini, giderler hemen. Dur hayatım dur, şurdan iki sandalye kapayım size.
Hatice: Hayırlı işler Mişel bey kolay gelsin.
Osman: Kolay gelsin Mişel amca.
Mişel: Mersi, mersi.
Osman: Mişel amca naapıyonuz siz burada?
Mişel: (Cevap veremez sinirlenir. Kafasını öbür tarafa çevirir.)
Osman: Bu düğme ne? Ne işe yarıyo?
Mişel: No, no, no. sakın sakın. Yok dokunmak. No, no, no.
Hatice: Elleme çocuğum elleme. Ben sana ne dedim, yaramazlık yok diye. Kusura bakma amcası, çocuk işte.
Rıfkı: (İki sandalye getirir.) Eveet, oturun bakalım.
Hatice: İşiniz çoksa rahatsız etmeyelim Rıfkı. Çok oturmucaz zaten. Oğlan istedi, bi görelim dedik işyerini.
Rıfkı: Olur mu ya, o kadar yol gelmişsiniz. Oturun, oturun. Ne söyleyim size, ne içersiniz?
Hatice: Eh, ben bi çay alayım o zaman. Osman sen?
Osman: Ben meyve suyu istiyom. Şeftali.
Rıfkı: (Telefona sarılır. Mişel sinirlenir.) Alo, kırmızı düğme odasına, bi çay, bi de meyve suyu. Şeftali.
Mişel: Mistır Rifki ne yapiyor siz. Ne dedim ben size. Bu telefon kullanmak yok.
Rıfkı: Kusura bakma Mişelciğim ya, daldım vallah.
Hatice: Neden kullanmıyonuz telefonu Rıfkı. Telefon yasak mı?
Rıfkı: Bu telefon kırmızı telefonmuş hayatım. Ondan.
Hatice: Ne oluyo kırmızı olunca?
Rıfkı: (Alçak sesle.) Başkanın.
Hatice: Başkan mı? Ne başkanı?
Rıfkı: Büyük patronun yani, sadece o arıyomuş.
Mişel: O, Rifki, bunlar devret sırrı olmak. Sen konuşmamak bunları.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam. Eeee, nasıl buldunuz işyeri mi?
Hatice: Vallahi güzelmiş, ferah, düzenli. Ama sıkıcı sanki biraz.
Osman: Baba ne yapıyonuz siz burada?
Rıfkı: Çok önemli bi görevimiz var Osmancığım.
Osman: Ciddi misin, neymiş o görev? Ajanlık falan mı?
Rıfkı: Yok yok, çok daha önemli bi görev.
Osman: Daha mı önemli, yapma ya. Naapıyonuz baba ya, söyle hadi.
Rıfkı: Bu düğmeyi bekliyoz.
Hatice: Düğmeyi mi?
Rıfkı: Evet. Mişel’le ben bu düğmenin sorumlusuyuz.
Hatice: Rıfkı?... Bu mu işin yani? Düğme bekçiliği.
Rıfkı: Öyle deme hayatım. Bu düğme çok önemli bi düğme.
Mişel: Mistır Rifki, Mistır Rifki. Piliis. Piliis.
Hatice: Vay başıma gelenler. Duyun dostlar duyun. Düğmeci bi kocam var benim.
Osman: Üüüüü, anne ben okula gitmicem artık.
Hatice: Sen tut kalk güzelim ülkeyi bırak, taaa Amerikalara gel. Ne için?
Osman: Arkadaşlarım dalga geçer benle. Üüüüü…
Rıfkı: Yaaa, abartmayın. Maaşı güzel, sigortası var, servisi var. Ne iş yaptığım önemli mi?
Osman: Okulda öğretmen sorunca ne diycem ben şimdi, baban ne iş yapıyo diye? Üüüüü…
Mişel: Piliiis, sakin olmak siz piliiiis.
Hatice: Sende pisleyip durma ikide bir be. Oyyyy oyyy. Bu da mı gelecekti başımıza. Düğmeci, düğmeci kocam var benim… Oyyyy, oyyyy.
Rıfkı: Hatice uzatma diyom sana.
Hatice: Şimdi toparlanıp, Türkiye’ye dönüyom ben. Osman’ı da alıyom.
Rıfkı: Saçmalama. Oturun oturduğunuz yere.
Hatice: Düğmeymiş. Annemler sorunca ne diycem ben şimdi? Kocam kırmızı bi düğmenin yanında işe başladı. İşi çok güzel. Çok çalışırsa yeşil bi fermuarın yanına vericekler.
Rıfkı: Ya dalga geçme, kızım bu düğme var ya…
Mişel: Mistır Rifki?
Rıfkı: Kızım bu düğme var ya çok önemli çok.
Hatice: Nesi önemliymiş Rıfkı nesi? Düğme bu ya. Bildiğin kırmızı bi düğme. Her tarafı önemli olsa ne olur? Düğme işte. Bak basıyorum (Düğmeye basar.) nooluyo ki? (Işıklar yanıp sönmeye, alarm ötmeye başlar) Bak bastım, bi daha, bi daha. Nooluyo Rıfkı nooluyo? (Işıklar kararır.)

PERDE

İzmir - 2013
İzin ve Bilgi için